
Çizer: Hüleyde Şenlikçi
Terleyen ellerinin buruş buruş yaptığı kâğıdı tek kelime etmeden ölüm sessizliğine benzer bir sessizlikle insana kaynaklarına verdi. Vakit gelmişti. Ne yaptığından emin ve kararlı adımlarla departmanına doğru yürüdü. Masasına geri döndüğünde herkes ayakta ve kimi ağlamaklı, kimi üzüntüsünü gizlemeye çalışan bir tebessümle ona bakıyordu. Onu bu şekilde bekleyen arkadaşlarıyla vedalaşırken üzülmüş gibi görünmek zorunda hissetmişti Selin kendisini. Çünkü herkes o kadar duygusaldı ki. Ona sarılanlar, teselli etmeye çalışanlar, hatıra olsun diye hediye verenler…
Onların bu çabasını boşa çıkarmamam gerekir diye düşünmüştü ve adeta bir oyuncu edasıyla aşırı üzgün bir işten ayrılan insan rolü sergilemişti. Şirketin binasından çıktığında ise derin bir “Ohh” çekti. Havanın soğukluğu sebebiyle ağzından çıkan dumanlar adeta bu “Oh”un vücut bulmasına vesile oldu.
Güneş yine her sabah olduğu gibi rutinini bozmayarak tüm ışıkları ile Selin’in odasının içerisine dolmuştu. Yazın evin en sıcak odası Selin’in odası olduğundan uyumak imkansızdı. O da, çaresiz, uykusu olmasına rağmen uyandı. “Off bu odada uyumak imkansız” dedi ve üzerinden pikeyi fırlattı. Yatağından odasının renksiz tavanına boş boş baktı. Her sabah keşif yapacak gibi titizlikle inceleme yapan bir kaşif gibi uzun süre baktığı tavanının yatağının hizasında bulunan bölümünü artık ezbere biliyor gibiydi. Nerde bir çatlak, boya dökülmesi var gözü kapalı gösterebilirdi. Hatta bulutlara bakıp bir şeye benzetmeyi o bu tavan üzerinde tekrar ve tekrar deneyimliyordu. Her defasında da farklı şekiller görebiliyordu. Bazen bir ceylanın peşine düşmüş bir aslan, bazen sakin sakin denizi izleyen bir kadın ya da sadece bembeyaz bir çarşaf. Dışarıdan bakıldığında hiçbir şey ifade etmeyen bu boş ve sevimsiz tavan onun için yüzlerce görseli içinde barındırabilecek bir tuval gibiydi ve Selin bu tavana saatlerce bakabilirdi. Fakat bu sabah da buna bir son vermesi gerektiğini biliyordu. Derken rutini bozmayan ve ona eski, yalnız hayatında olmadığını hatırlatan o sesi duydu.
“Selin kahvaltı hazır, seni bekliyoruz” diye seslendi annesi. Selin bir “Off” çekti klişe olan, karşıki dağları yıkacak cinsten bilmem kaçıncı seferdir yaptığı gibi. Nerden bilebilirdi ki bir zamanlar çektiği Oh’un içindeki sıkıntıyı anlatmaktan aciz ama bir o kadar da başka türlü de ifade edemeyeceği bir Of’a dönüşeceğini. Gece boyu uyumamıştı yeni gideceği iş görüşmesinin gerginliğiyle. Annesinin gönlünü yapmak için hızlıca bir kahvaltı yapıp çıktı. Taksiye binip görüşmenin yapılacağı yere giderken “Bugün her şey değişebilir.” diye geçirdi içinden. “Bu işle birlikte özgür ve bağımsız hayatıma geri dönebilirim.”
Yanımdaki kadın bacağıma tedirginlikle baktığında bacağımı oynattığımın farkına varmıştım. Fakat bunu anlayışla karşılamaları gerekirdi. Bir oda dolusu insanla aynı iş için bekliyorum, acaba benden iyiler mi, hangi okuldan mezunlar, tecrübeleri ne gibi bir sürü soru aklımda dolaşırken hareketsiz kalmam imkansıza yakındı. Bacağımı dizginlemeye çalışıyordum. Ancak sürekli yapabildiğim söylenemezdi ve saat… O sesiyle beni deli eden saat. Nerden bulmuşlardı tik taklarıyla beynime eziyet eden bu saati. “Selin Geçmez” diye seslendi sekreter kadın. Fakat ben ancak ikinci seferde duyabildim bu seslenmeyi ve aniden yerimden fırladım. İçeriye, batan geminin mallarını kapacak gibi bir aceleyle girdim. Odaya girdiğimde karşımda üç kişiyle karşılaşınca paniğimin daha da artmasıyla artık vücudum kontrolden çıkmıştı. Kişiler kendini tanıtmış olsa da ben bunları sessize alınmış gibi sadece izledim. Bu üç kişiden kimisiyle tokalaşmış kimisine sadece Merhaba demiş ve sonunda karşılarındaki sandalyeye oturabilmiştim. Kısa bir süre sonra kapatmayı unuttuğum telefonum çaldı. Arayan babamdı. Önemli bir şey olmasa aramaz diye düşünerek telefonu açtım. Ama karşımdaki kişi babam değildi. “Selin Hanım Ahmet Bey’in telefonunda ilk siz kayıtlıydınız. Kızısınız sanırım. Acil Siyami Ersek Hastanesi’ne gelmeniz gerekiyor” dedi kadın.
Selin duyduğu bu cümleden sonra adeta kulaklarını kaybetmiş gibiydi. Etrafında onu kendine getirmeye çalışanlar, su getirmesi için sekretere seslenilmesi artık onun için sadece bir görselden ibaretti. Aslında gözlerine de pek ihtiyacı var sayılmazdı. Odadakilerin onu kendine getirmek için verdiği çaba onun için felçli bir insanın görebildiği kadardı. Kitlendiği noktaya denk geldikleri zaman şuursuzca gördüğü, o noktadan çıktıklarında ise kaybolan silüetler. Ama zihni bunun tam tersi bir fabrikaya dönüşmüştü. Duyduğu her cümle bu fabrikada kelime kelime ayrılıyor, incelikle tartılıyor ve sonuç elde ediliyordu. Özellikle de kadının son cümlesindeki “Acil” kelimesi. Selin’e göre bu ölüm demekti. Bu çıkarımı yaptığında hayat belirtilerinden biri olan nefesi de bir süreliğine yok oldu. Ta ki müdür bey onu sarsıp kendine getirene kadar.
Bu sarsılmayla birlikte durdurulan bir filmin tekrar oynatılmasına benzer bir şekilde kendine geldi. Onunla ilgilenmek, yardımcı olmak istediklerini söyleseler de aklında sadece bir an önce hastaneye gitmek vardı. Elinden düşen telefonu, çantası ve onunla etrafa dağılan diğer eşyalarını apar topar topladı. Onun için gelen taksiye tüm korkusu ve endişesiyle bindi. Yol boyunca bir yandan aklındaki ölüm düşüncesi ağır bassa da diğer yandan kalbi bunu reddetmek için tüm gücünü sarf ediyor ve yerinden çıkacak bir delilikte atmaya devam ediyordu. Yolda kaza olması sebebiyle bir süre sonra trafik sıkıştı ve az bir yol kaldığı için ücreti ödeyip taksiden atladı. Normalde asla koşamam dediği bir hızla insanlara çarpa çarpa, arabalar arasında ezilme tehlikesi geçirme pahasınakoşmaya devam etti ve sonunda hastaneye vardı.
Koşmanın etkisiyle artık konuşacak ya da tek bir adım atacak kadar bile hali kalmamıştı. Elini göğsüne koyup nefesini düzenlemeye çalışırken onu bu halde gören bir hemşire müdahale etmek istedi. “Hanımefendi iyi misiniz?” dedi. Selin de zar zor alabildiği birkaç nefesle “Ahmet Geçmez’in kızıyım” dedi. Hemşire durumu anlamıştı. Girdiği kolunu bırakmadan birlikte danışmaya gittiler. Hemşire danışmadaki arkadaşına durumu anlattı ve bu kişi hemen bilgi almak için telefonla ilgili birimi aradı. Gelen cevap üzerine danışmadaki kişinin yüzünün değişmesinden Selin her şeyi anlasa da yine ağzından dökülecek cümleyi sabırsızlıkla bekledi. “Selin Hanım arkadaşım size refakat edecek” dedi. Fakat Selin bu cümleyle tatmin olmadı ve öfkeyle karışık endişeyle “Ne demek bu? Ne olduğunu söyler misiniz?” dedi. Selin daha sonra söylenen cümlelerden sadece bazılarını duyabildi ve onun için o cümlelerdeki bazı kelimeler her şeyi anlamaya yetti.
“Maalesef…, anneniz ve babanız…, kaza…, teşhis…”
Sonrasında Selin his olarak donmuş ve otomatik olarak hareket eden bir robot gibi davrandı. Ona refakat eden hemşire ile morga gittiler, anne ve babasını prosedüre uygun olacak şekilde teşhis etti. Morgdan çıktığında hemşireye onu almaya gelecek birilerinin olduğunu, şimdilik yalnız kalabileceğini söyledi. Oysa tıpkı işten ayrılırken üzgün rolü yaptığı gibi şimdi de güçlü rolü yapıyordu. Hemşire gidip morgun kapısında yalnız kaldığında ise tüm çaresizliğiyle yere bir çuval gibi yığıldı. İçi paramparça olsa da gözünden tek bir damla yaş aktı. Fakat bu damla uzun süre susuz kalmış bir toprağa inen ilk yağmur damlası gibiydi. Gözlerini kapattığında zihninde anne babasıyla geçirdiği tüm anıları canlanınca bu ilk damla gözyaşı sele dönüştü. Gözlerini açmadı ve içinden dualarla bir ana gitmek istedi. Annesinin kahvaltı için ona seslenerek çağırdığı, babasının bal kaymak yemesi için ısrar ettiği ve oflayarak yatağından kalktığı o herhangi bir sabahtan birine. Şu an o sabahlardan tek bir tanesi için bile her şeyini verebilirdi. Ama çok geçti… Hayatı hayal ettiği şekilde olmasa da gerçekten o gün değişti.
Kuyumcuda temizlense alındığı ilk zamana dönecek olan, annesinden kalma kan kırmızısı yakut taşlı kolyeye ve babasının 1960’tan kalma artık muadili bulunmayan Rolex saatine baktı. Artık satabileceği değerli eşyalar sadece bunlardı. Nasıl bir seçim yapabilirdi ki! İçinden günlerce ağlamak gelse de artık gözünden tek damla yaş dökülmüyordu. Bunu yaptığı günler artık çok geride kalmıştı ve şu an ona herhangi bir faydası da yoktu. Ah keşke ailesinin evinde işi olmasa da yalnız olmadığı o günlere geri dönebilseydi. Şimdi yine parasızdı, tek göz ev demeye bin şahit, aylardır kirasını ödeyemediği evindeydi. Ama hiçbiri ona yalnızlık ve daha da önemlisi kimsesizlikle gelen çaresizlik kadar zor gelmiyordu. Bir saate bir kolyeye baktı baktı baktı…
Nurşah Dinçer
Ve bir dizide duymuştum;
“parası olmadığı için, ailesi olmadığı için fakirdir insan”
Kalemine sağlık sevgili Nurşah, hayatın içinden sarsıcı bir kesiti bizimle buluşturmuşsun.
🌹
sarsıldım.. bizzat yaşadığım bazı şeyleri hatırladım…su gibi aktı hikaye, nefisti.. kalemine, hassasiyetine sağlık.
devamı gelecek mi? lütfen gelsin,
İnsan olarak baş etmekte en zorlandığımız duygu yalnızlık olsa gerek. Kimsesizlik hissinin yasını ve ağırlığını son paragrafta öyle derinden hissettim ki kalbine ve kalemine sağlık Nurşah.
Ne zor şey bazen hayatın tam ortasında yapayalnız kalmak…
O “oh” dediğin anların “off”a dönüşünü izlemek.
Selin’in hikâyesi içime dokundu. Sessiz ama çok tanıdık bir acı.
Bir karakterin iş arayışını okumayı beklerken beni sarsıcı bir hikayeye çektin. Kalbimi sızlattı o yalnızlığı hissettirdin bunu bu kadar içimde hissetmeyi beklemiyordum. Güçlü bir kalemin var. Yeni hikayelerini bekliyorum.