
Çizer: Gülsün Göknur Demirbaş
“Ortada , koltukta tek başına oturur. Takım elbiseli.” Bendim bu, evet ben. Düşünüyorum, duruyorum. Sağ-sol aynı, değişen yok. “Değişen yok” un bir yalan olduğunu bilmekle beraber, kalıplaşmış köleliğimin dışına çıkamıyorum ya da kendimi önemli hissetmek için süslü kelimeli bahaneler buluyorum. Derin bir nefes… Belki çözer, belki çözmez…elim alnımda…evet…Ayağa kalkıp, sağa sola yürüyorum. …neden?…olmalı bir neden…Cebimden bozuk para çıkarıyorum. …yazı mı tura mı…talih benden yana olsun… Parayı cebine koydum…çünkü sağ önde bir yüzük görürüm…varmış gibi, çünkü bu bir imleme sanatı. Yaklaşırım hemen, alırım. Benden düştü galiba diye takacakken sağ elimin yüzük parmağında yüzüğün olduğunu imlerim size. Sol elimdeki diğer yüzüğe bakarım. Ve anlarım ki bu bir başkasının. “Karımın mı?” diye düşündüm. Olabilir, hatta öyle olmalı. “Belki de başkasınındır.” diye bir an geçti aklımdan ama saçma, laf olsun diye gelen bir fikirdi bu. Ev bizim evimizdi sonuçta.
Aynı oda aynı sahne, bir süre sonra, aynı yerdeyim hala. Düşünüyorum. Karımın olmalı bu… Neden parmağında değil de burada? Düşürmüştür… Sabah gitti işe, şu an öğlen… Bu zamana kadar çoktan aramış ve “Yüzüğümü gördün mü?” diye sormuş olmalıydı. Sordu mu? Hayır. Ee? Bir süre düşünüyorum…çünkü…Soru mantıklı geldi… yani… tutarlıydı, daha ne olsundu? Yüzüğü yavaşça yerine koyuyorum, tam aldığım yere. Koydum. Sessizce, yavaşça atılan geri adımlar…bir…iki..üç…birkaç tane daha… Sol önde telefonu imleyeceğim yere geldim… Bu telsiz üzerinde tuşu olan cinslerden, hani küçük yuvasından ayrılınca tuşu kendi üzerinde olan telsiz telefon tipinden. Masaya dayandım. Alnım, telefonu gösterecek şekilde karşıdan saat altıyı gösteriyor. Biraz durdum. Elime alayım mı diye tereddüt ettim. Sağ yumruğum kapı çalar gibi masaya vurdum, çenemi biraz sıkıp sağa çevirdim kafamı. Bu hareketle niyetim “Yazık…” demekti kendime. Birkaç tereddüt daha ve elime aldım. Çıkarttım yerinden. Tuşa baktım, bir süre durdum, bir tuşa bastım. Biraz bekledim. Makine, ikinciyi bas artık der gibi bekledi bir süre. Basmadım. Reddete bastım. Elimi – telefonlu olan- çenemin altına götürdüm, sağa baktım. Bir süre daha huzursuzdum. İki elim şimdi masada, alnım saat altıda. Bir süre durdum. Çevirecek gibi oldum tuşları. Yine aynı pozisyona döndüm. Durdum, sağa baktım. Ve başladım çevirmeye aniden. Artık kararlı bakıyordum ekrana, tuşları ardı sıra çevirirken. Yeterli haneyi tuşlayınca, bekledim sesi… Abartılacak bir şey yoktu, normal bir konuşmaydı işte.
Bekledim, konuşmaya hazırlık olarak nefesimin ritme oturmasını bekliyordum. Ama olmadı, “Alo?” sorusu ortada bir yerde geldi. Ufak bir yan çizmeyle topladım.
-Alo, nasılsın? Benim… (Burada ismimi söyledim) “Telefonda bir kadın konuşma sesi gelir.” Yok, yok, bir şey yok. Evdeyim, daha çıkmadım da, çıkmadan öylesine arayayım dedim. Ne yapıyorsun?(Kadın sesi, telefondan.) Ha, kimle? Yaa… (Biraz yüzüm düştü ama duygumu belli etmeden davrandım.)Afiyet olsun… Aaa…(Diye bir nidayla şaşırmış gibi yaptım çok yetenekli bir şekilde. Ses gelmeden konuştum, çünkü ne olduğunu merak ediyordu karşı taraf. Yere eğilir gibi yaptım, ses gerçekçi olsun diye bir tık dizimi bile kırdım ama tam eğilmedim tabii. “Iğkhhh” nidasıyla hayali nesneyi aldım ve geri kalkma numarası… “Ergkhh” Bunlar anlatılandan kısa sürdü ve oldukça yetenekli yapıldı.)Bu benim yüzüğüm mü ya? (Ses geldi, aldırmadan devam ettim, cümlemi bitirip, parmağıma bakmış gibi yaptım.) Aa, evet. Yüzüğümü kapının önünde, dolabın önünde düşürmüşüm de. Benim değil mi bu? Seninki yanında?
Ses geldi, gözlerim durağanlaştı. Bir süre durdum ama duygumu belli etmedim, bir yetişkindim sonuçta. “İyi, iyi” dedim. “Onun dışında iyisin değil mi?” dedim. Ses geldi, neşeli, bir şeyden haberi yokmuş gibi. Biraz uzun sürdü bu ses öncekilerden. “Oh ne güzel!” dedim. “ Hadi inşallah. O zaman daha fazla rahatsız etmeyeyim.” Dedim. “Yok canım ne rahatsızlığı, istediğin zaman ara, sesini duymak hoşuma gidiyor.” Dedi. Bir rahatlama ve göğsüme hoş bir ağrı girdi. “Canımsın.” Dedim. “Benim de çıkmam lazım, yoksa, benim için de.” dedim. “Pekiyi.” Dedi ve kapattık.
Kapattım. Durdum. Yumruklar masada, alnım, saat altıda. Durdum… Sağa döndü kafam, baktım o yöne. Düşürmüştür işte oraya ve bana da telaşlanmayayım diye anlık söylemiştir beyaz yalanı… Kapattıktan sonra da “Eve gidince alırım yüzüğü veya söylerim.” demiştir. Yemeğe kaldığı yerden devam etmiştir. Çünkü yüzüğün görülmemesini isteseydi, saklardı. Ortaya, yere atacak değildi ya gizli bir şeyi. Hem dolapta nereden düşecekti ki? Ama huzursuz olmak isteyen bir parçam vardı. Tamamlanmak isteyen küçük bir ateş. Hani Iago der ya “ Gerçi adam onurlu ama ben yine de ötekini kabul edeceğim.” Her insanda vardır bu dürtü. Ortada koltuğa oturmak yerine, sağa, öne gittim, dolabı açtım. Daha çok paltolarımızı koyduğumuz bir dolaptı bu. Açtım iki kanadı. Karımın hiç giymediği iki soluk kahverengi pardösü vardı karşımda, ben almıştım onları ona. Yukarılara baktım, iki gözlü rafa. Belki oraya konsa, düşmüş olabilirdi. Elimle tozunu aldım, vardı, yani toz… Parmak ucuna yükseldim, hizalandım. Toz elim kadar gitmişti, yüzük izi yoktu. Alt tarafa laf olsun diye baktım, kapattım. Yine kötüydüm, işte. His vardı elimde ama onu çoşturacak tutarlı bir saçmalık yoktu. Evet, acı çekmeye ihtiyacım vardı sanki hepsi bu. Bahanesi ama bahanesi yoktu… Tam değildi. Çok küçük bir kıvılcım. Neden arzuluyordum acı çekmeyi? Babamın duvardaki fotoğrafına uzattım elimi – vesikalıkların yanında bir büyük verilenlerden – “Belki…” dedim. Durdum… Büyük laflar etmek istiyor, bu isyanımı büyük adam işi olarak göstermek istiyordum. Arkadan bir sandalye çektim, telefon masasının başında, ön soldayım bir tiyatro sahnesine göre. İki elimi kavuşturdum. Bir el yumruk, bir el onu kavramış.
Sağ elimle sigara içmeyi imliyorum. Bu saatlerin geçtiğini gösteriyor. Hava karanlık, oda karanlık ama görüyorum, gözüm alışık. “Niye hala sormadı?” Hala bekliyorum ve beklerken aklımda bu soru vardı : “ Niye hala sormadı?” Yüzük duruyor orada, benimki parmağımda. Telefonu laf olsun diye elime aldım, koydum yerine. Resme baktım, babama… Alnımı okşadım. Telefonu aldım, tuşladım. Psikoloğumu arıyordum, bu saatte… Kötü hissim vardı ama telefonda garip durmasın diye biraz daha nefes alış verişimi hızlandırdım. Beceriksizdim, ama olsun. Anlar diye düşündüm ama olsun, hiçbir şey yapmadan durmaktan iyidir. Açtı, tam da bu kendimle olan konuşmanın ortasında. Durmadan konuştum hemen.
-Iı, merhaba.
Bekledim, ses geldi. “Merhaba.” Dedim tekrar. Sesi bekledim ve geldi, tanıdı beni hemen. “ Kötüyüm.” Dedim ağlar gibi yaparak. Kısa bir ses geldi, anlamış… “ Anladım.” Dedi yani.
-Çok kötü olduğumda, kendimi öldürecek gibi olduğumda aramamı söylemiştiniz, ben de…(Sordu) Ne oldu… e… karımın bir yalanını yakaladım. Yüzüğü saklamış… ama şans onu bana gösterdi. Aradım, “Yüzüğümü kaybettim, biliyor musun?” diye yem attım ortaya, “Seninki yanında mı? Belki benimkini de almışsındır…” diye sordum, saçmaladığımı kabul ederek. Ama hiçbir şey yokmuş gibi konuşuyordu. Ve galiba biriyle yemek yiyordu ama başka bir şey söyledi bana.
Çok kısa durakladım, uydurmak için telefondakine, “Hastanedeymiş!” dedim kızgın ve kırgın numarasıyla ama devamını getirmedim. Uzatıp bir yalan daha söylemenin inandırıcılığı etkilemesinden korktum. Ses geldi. Çok şey söylemedi ama yavaş konuşuyordu, o yüzden biraz uzun sürüyordu konuşması.
-Koltuğun altında…yani…minderin altında buldum. Sol minderin altındaydı karşıdan bakınca. Evet, uzun zaman ne yapacağımı düşündüm. Serinkanlı olmalı diye düşündüm, verdiğiniz egzersizi yaptım. Hata nedir, duygularımın gerçekliğini kontrol ettim, kağıda dökerek.
Takdir etti, yavaşça sordu ses ve ben, cevap verdim.
-Hayır. (Ses gelir) Hayır. (Ses) Hayır, hayır. Dediğiniz gibi… evet… Çok kötü hissediyorum. Yanlış bir şey yapmaktan korkuyorum.
Hemen devam ettim.
-Şiddet falan değil, yanlış anlamayın. Bağırır, çağırırım ve daha kötü hissederim. Kendimi öldürmek istiyorum bu olmasındansa. (Ses) Yani… uyurum tabii ama…(Ses) Hayır, hayır. Niye biliyor musunuz? (Burada biraz durdum.) Bilmiyorum çünkü bu bir his ama hissimde hakikat saklı olduğuna eminim. Ve kötü hissettiğimde neden birileri beni susturmak istiyor, bilmiyorum. (Ses bir yeltenir) Hayır! Bir dakika. (Ses yine yeltenir) Bir dakika dedim! Ben düşük bir insan modeli değilim. Her denileni yapan, askıda bir poşet, bir kurbanlık koyun değilim. (Ses) Neyi anlamam gerek, neyi? Kim olduğumu biliyorum, zaten…Bırakın Allah aşkına…(Ses) Ee? Yani… (Ses makul şeyler önerdi ama direndim.) Hayır efendim, değil işte. Ben her insan kadar kendimi farklı görüyorum. Herkesle bir olduğum nokta da var, olmadığım taraf da. (Onayladı ses.) Ama bu beni nereye götürür ki ve…(Ses) Yahu..(Ses) Tabii. (Ses) Evet.(Ses) Evet, tabii. Haklısınız, evet…Yani işte geliyor böyle bir his ve ben mahvoluyorum, inanın kolay değil. Gerçekten isteyerek yapmıyorum. (Ses) Evet, doğru, doğru. Yani, sadece güçlü hissetmek istiyorum, şansa yer vermeyecek şekilde. (Ses) Doğru. (Ses biraz sazı eline aldı ve sonunda soru sordu.)Yani evet. İşte…of… ne bileyim, sıkıcı geliyor. (Hızlı hızlı saydım.) Annem delirmiş küçükken, hiç tanımıyorum. Birkaç kez gördüm yüzünü o kadar. Babam, trafik kazasında öldü, görmedim ölüşünü. Yıkanırken cesedi oradaydım, yara bere görmedim ama. Akrabalarımdan uzağım, konuşmuyoruz yani. Bir süredir işsizim. İşlerim yapmak istediklerimle örtüşmüyordu tabii ondan. (Ses) Evet, evet. Lise orası… Ortaokul, ilkokul. Hep uyuşamama. İstediğim gibi olmadı, ana resimde. Evet, ama ana resimde bakınca öyle…Karımla evlendim ama şimdi ne oluyor bakın işte… (Ses) Of, evet.
Alnımı tuttum, sıkılmıştım. Birkaç kez ses karşılığında “evet” dedim. Bir süre daha sorulanlar ve rahatlatıcı sözlerden sonra minnetle dolu teşekkür, bu saatte aradığım için özürle – çok kere tekrar eden bir olay olduğu için- sabrı için de teşekkür ettim. Onun gibi iyi bir doktorum olduğu için falan filan kapattım, zaten çok inanmışa da benzemiyordu, kibarca “ehem, ıhım.” Etti. Gözlerim karanlığa alışıktı ama yine de ışığı açtım, orta sağdaydı tuşu bir sahneye göre. Gözlerim kamaştı, ağrıyorlardı. Bir süre ayakta durdum, oturdum sonra. Canım gerçekten sıkkındı. İntikam istiyordum, neyden? Hiçbir fikrim yoktu. Koltuğun sol kısmına sürdüm elimi. Ağlayacak gibi oldum. Geçti hemen. Çok ağlayamayan insanlar, ağlama duygusu gelince kendileriyle gurur duyarlar ; kısa sürdüğü için de kızarlar kendilerine, niye izledin de doğal akışı bozdun diye. Ardından bazı sorulara sürüklendim. Neden sevilmedim? Kim kurtaracaktı beni? Haydi kurtarın işte, buradaydım. Ben kötü bir şey yapınca mı görülecektim? “İstediğinde ara.” Değil mi? Siz arasanız? Siz görseniz beni? Neden lütfediyorsunuz? Ben aşağı model bir insan mıyım? Irkçılar! Namussuzlar! Orospu çocukları! Bir süre durdum. Orospu çocukları! Ayağa kalktım. Bir o yana bir bu yana yürüdüm. Öfkemle gurur duydum. Gerçekti çünkü. Orospu çocukları, dedim bir kez daha. Neyinize yetmedim? Adam mı değilim? Elbisemi gösterdim. Öyle mi? Babama mı benziyorum yoksa? Annemi ben mi delirttim? Benim suçum muydu ha? Gösteririm size, gösteririm! Arkadaki masanın çekmecesinden tabancayı çıkardım ; ceketimin sağ cebinden de bozuk parayı. Yazı tura için havaya attım. Yazı gelince vuracaktım kendimi diye şartladım. Alın! Alın… Gelmedi, tekrar attım… Sesim çatallaşıyor, ağlıyordum. Gerçekti her şey. Gelmedi, tura geldi. Tekrar atıldı para… geldi. Oturdum… Yavaşça, sessizce ağlıyordum. Biraz da zorladım, ses çıkardım ve saire. Bir süre devam ettim. Yavaşladı nefesim, kirpiklerim yaşlıydı, bozmadım. Mükemmel bir sükut hali. Durdum, durdum ve durdum. Size baktım. Göz gözeyiz şimdi.
Yarın gazetede öldüğümü yazacaklar. Yaşımı, ismimi ve birkaç bilgimi verecekler, ne olduğunu çok da umursamadığım. Karım tüm dürüstlüğü ve şaşkınlığıyla anlatacak aramızdaki telefon konuşmasını. Bir kısmını aktaracaklar, psikoloğumdan bir şey yazılmamış olacak. Ölüm nedenimin işsizlikten bunalmak olabileceğini yazacaklar ve örnekler verecekler toplumumuzdan bu tarz ölümlerin. Küçük olacak haber, büyük değil. Gözüme bakmaya devam et. İnsanlar olasılık adı altında ne saçmalıklar uydururlar. Ana hatlardan ana hat ölüm sebepleri, ayrılıklar ya da ötekileri… Gözüme bak. Biz seninle anlıyoruz der gibi kaşımı kaldırdığımı görüyorsun. Bunları söyledim, yalan değil, inan bana. Yarınki gazetenin haberi bu, zamanda gittim, okudum, geldim. İmleme için gayet olağan bir şey sevgili im takipçisi… Bir süre durdum, yani durduk. Para elimde, kirpiklerimse yaşlı. Mükemmel bir sükut hali. Saat altı yönünde indi başım ve bam! Kurşun girmişti şakağından soğuyacak olan bu cesedin. Kanlar karısı gelene kadar yüzüğün olduğu yere yetişirdi, yavaş boşalıyordu ama yetişirdi, karısı yoldaydı. Sağa doğru düşmüştü ceset hem, dolaptan yana. İnsanlar uyduracaktı, varsın uydursunlar. Yazsın gazeteler bu cesedin işsizlikten öldüğünü. Siz biz anlıyoruz der gibi kaldıracaktınız kaşınızı. Başınız saat altı yönünü gösterirken okumada. Yazı gelmişti işte para, cesetse yatıyordu yanında, şansa yer vermeyecek şekilde, başı tam saat altıda…
Barış Kaan Güven
Barış’cığım kalemine sağlık güzel arkadaşım. Kalbim ağrıyarak okudum hikâyeni. Bir filmin sahnesini izler gibi seyrettim detayları. Var olasın🌹