Sadece Üç Harf

Çizer: A.Silvia Aydoğan

Televizyonda; birbirini dinlemeden konuşan, sabah selam vermediği için komşusunun araba lastiklerini indirdikten sonra ekmek almaya giden, komşusunun şafak operasyonu ile yaptığı ihbarıyla da kendisini bu saçma sapan programda bulan adamın dramı vardı. Anneme döndüm. Burnunun üzerine yerleştirdiği gözlükle hem telefonundan yüksek desibelli videolar kaydırıyor hem de televizyondaki adama sinirleniyordu. Akla mantığa sığmayan konuşmalardan anladığım kadarıyla sinirlenmek bir yana dursun, dinleyenin gülme krizine girmesi gerekti. Gözlerimi kıstım. Artık gözlerimin de yeterince iyi görmediğini yeniden hatırladım.

Sanırım alt yazılarda sinirlenecek başka önemli bir mevzu olmalıydı. Annemin yanına oturdum.

‘’Suyu koydum, birazdan demlenir.’’ 

Kafasını telefonundan kaldırıp, gözlüklerinin ardından iyice süzdü beni.

‘’Sen ne zaman saç ektireceksin?’’

Tamam. Bugün dünya yaşlandığını hissettirme günü. Hedefte ise kırklarının sonunda olan ben parıldıyorum. 

‘’Nereden çıktı şimdi anne?’’

‘’Ektirme!’’ 

Ses tonu ciddi, kararlı ve yaklaşık iki saniye sonra dünyanın en tuhaf olayını anlatacak gibiydi.

‘’Adamın biri geçen aylarda saç ektirmek için kliniğe gitmiş. Karnım ağrıyor demiş, apandisiti patlamış, ölmüş.’’

Bir an saç ektirmek ile apandisit arasındaki ince bağlantıyı çözmeye çalışırken -neyseki erkenden- annemin etkisi altına girdiğimi fark ettim. Düşüncelerimi fırlatıp atacakmış gibi kafamı salladım.

‘’Yahu izleme şu abuk sabuk şeyleri Allah aşkına ya!’’

Televizyondaki programa reklam girince, telefonunu masaya bıraktı. Derin bir nefes verip, hırkasının önünü kapattı. Arkasına yaslandı. Meselenin ciddiyetini bu kez bana bakmamasından anla(malıy)dım. 

‘’Senin bir arkadaşın vardı ne oldu ona?’’

İşte en tuzak soruyu oluşturan bu sözcükler, biraraya gelerek kulaklarımda gezinmeye başladı. Hangi arkadaşım, okul mu, iş mi, ne zaman arkadaş olduk, ne olmuş ona, bişey mi olmuş, hangi yıldayız?.. 

‘’Hangi?’’ diyebildim sadece.

‘’İşte vardı ya; sarışın, kısa boylu, hafif toparlak bir kızcağız. Bize gider gelirdi, neydi adı?’’

‘’Bilemedim kimden bahsettiğini anneciğim.’’ 

Gerçekten anlamamıştım. Bütün yakın arkadaşlarımı tek tek düşündüm. Hepsi de kıllı sakallı adamlardı. Benim yakın kız arkadaşım mı vardı? Sanırım en fazla beş yaş civarında olduğum zamanki arkadaşlarım aklına geldi. Etraf git gide sessizliğe büründü.. Salonda yalnızca reklamların sesi duvarlara dokunuyordu. Ben de düşüncelerimden sıyrılıp reklamları takip etmeye başladım.

‘’Hah! Eda. Eda’ydı adı.’’ 

Annemin sesiyle içimde keskin bir ürperti dolaşmaya başladı. 

Üniversitedeki ilk günümdü, heyecanlıydım. Rüzgarın esintisi tatlı tatlı bedenime çarpıyordu.  Ağaçların yaprakları yavaş yavaş turuncuya çalmaya başlamıştı. Ortamın ahengini bozmayan bir çift yeşil göz, bakışlarını üzerime dikmişti.

‘’Eda ben. Sizin adınız?’’

Fakültenin içinde bir oraya bir buraya gidip sınıfımı bulmaya çalışırken Eda’ya rastlamıştım. Tesadüf bu ya, o da benimle aynı bölümde olduğunu söylemişti. Elini uzattı. Elimi, eline değdiğim an garip bir his kapladı tüm bedenimi.

‘’Can.’’

Gülmeye başladı. Gözleri parlıyor, sarı saçları rüzgarın yardımıyla tüy gibi uçuşuyordu.

‘’İkimizde üç harfliyiz.’’

Daha çok gülmeye başladı. Hayatımda bu zamana kadar gördüğüm en güzel manzaranın, bu gülüş olduğunu düşündüm. Evet, ikimizde üç harfliydik. Ama aramızda üç harfli bir şey daha vardı… 

Ağaçların yaprakları iyiden iyiye sararmıştı. Her zaman oturduğumuz banka oturmuş, aylar önce başladığı kitabını okuyordu. Arkasından dolaştım. Elimdeki sıcacık simidi önüne uzattım. Hafifçe ürperdi. Benim olduğumu anlayınca gülümsedi.

‘’Kahvaltı yapmadığımı nereden bildin?’’

Biraz düşünür gibi yaptım. Simidin ucundan iştahla ısırdım.

‘’Uyanamadın. Uyandığında derse az bir zaman kaldığını fark ettin, acele ile evden çıktın. Kahvaltı etmek yerine derse geç kalmamayı tercih ettin. Her zamanki gibi…’’

Yanına oturdum. Simidi alıp, yemeye başladı. Gülümseyip başını omzuma yaslandı. Sıcak simidin kokusu, bitmek üzere olan sonbaharın keskin havasına karışmıştı.

Üşümüş burnunu boynuma daldırdı. Boynumdan ciğerlerine uzun bir nefes çekti.

‘’Ne güzel kokuyorsun sen…’’

Saçlarından uzunca öptüm. Koltuğun ucundaki battaniyeyi iyice üzerimize çektim.

‘’Senin için.’’

Yine kalbimi fetheden o gülüşlerinden bıraktı salona. Hafifçe koluma vurdu.

‘’Yalancı.’’

Sıkıca sarıldık birbirimize. Plaktan yayılan müziğin bedenlerimizde gezmesine izin verdik.

Müziğin sesi iyice yükseldi. Kimimiz dans ediyor, kimimiz muhabbet ediyor, kimimiz de kendi halinde içkisini yudumluyordu. Müziğin yüksekliğine rağmen bir anahtar tıkırtısı duydum. Hemen ardından kapı sertçe kapandı. İçeriye sanki bir alev topu girmişti. Yeşil gözleri adeta yanıyordu.

‘’Ben aradığımda o telefonu açacaksın!’’ 

Herkes sus pus oldu. Benimse kalbim ağzımda atıyordu. İçimizden biri kalkıp usulca müziği kapattı. Ardından herkes yavaş yavaş dağılmaya başladı. Eda üzerime yürüyordu, ayağa kalktım.

‘’Duydun mu beni? Ben senin için endişelendim, sen burada alem yapıyorsun!’’

Evde toplandığımızı kimden, nereden duyduğunu sormadım bile. Haber vermeyi unutmak tamamen benim hatamdı. 

‘’Özür dilerim.’’

Bakışlarındaki ateş sönmüştü fakat hayalleri gözbebeklerinden cam kırıkları gibi dağılıyordu sanki. Anahtarı yere fırlattı.

‘’Eskisi gibi önemsemiyorsun beni.’’

Hışımla kapıyı çarpıp, çıktı. Ne kadar aptal olduğumu düşünerek anahtarı yerden aldım. 

Sehpanın üzerine bıraktım. Eda’ya oturması için yol verdim. Annemin yanına gidip, çekinerek elini sıktı.

‘’Merhaba. Eda ben.’’

‘’Memnun oldum kızım.’’

Eda’nın yanına oturdum. Ellerimiz heyecanla birbirine değiyordu. Annemin birbiri ardına gelen sorularına karşılık veriyordu fakat oldukça gergin olduğunu hissedebiliyordum. Kulağına eğildim.

‘’Korkma, hemen evlenmeyiz.’’

Dirseğiyle hafifçe karnıma vurdu.

‘’Yapma.’’

Evet yapmamam için defalarca uyarmıştı beni. Alev yeşili gözlerini karşıma kararlı şekilde dikti. Bu kez ben de sinirliydim. Yeni açtığımız dükkanımızın içinde ileri geri yürüyordum. 

‘’Sana kaç kere yapma dedim! Bana bak seninle konuşuyorum!’’

Hışımla Eda’nın üzerine doğru geldim.

‘’Karışma işime!’’ 

Tatile gitmek için biriktirdiğimiz parayı, en yakın arkadaşıma borcunu kapatması için vermiştim. Eda’ya mı sinirliydim çocukluğumdan beri tanıdığım herife mi yoksa kendime mi, bilmiyordum.

‘’Karışmayayım… Bir an önce aklını başına alsan iyi edersin. Aptallık ediyorsun.’’

‘’Vermeseydin paranı!’’

Bir süre gözlerimin içinde öylece baktı. Çoktan pişman olmuştum ağzımdan çıkanlar için.

‘’Arama beni.’’

Sarı saçlarını savurarak çekti gitti. Yanımdaki masaya kolumu hızla savurdum. Masanın üzerinde ne var ne yoksa etrafa saçıldı. Çalışanlardan biri telaşla yanıma koştu.

‘’Ne oluyor abi?’’
‘’Sen işine bak.’’ 

Yerdeki taşlara bakıyordum. Denizin kokusu keskin bir acılıktaydı. Göğsümü rahatlatmıyor aksine yakıyordu. Boğazımdan geçmeyeceğini hissettim, simidin üzerindeki susamları saymaya başladım.

‘’Bence, sen kendi yoluna bak ben de kendi yoluma bakayım.’’
Bakışlarını üzerimde hissediyordum. Ona bakacak cesaretim yoktu. 

‘’Ben bu ilişkinin içinde varlığımı hissetmiyorum, kayboldum. Ben artık…’’ 

Sustu. Bir süre sessiz kaldı. Sert bir ses tonuyla tekrar konuya girdi.

‘’Dinlemiyorsun değil mi? Boşver gitsin. Karşıma çıkma sakın.’’ 

Ayağa kalktığını fark ettiğim an, ayağa fırladım. Simidi bankın kenarına, diğer simidin üzerine bıraktım. Peşinden koşmaya başladım. 

‘’Eda!.. Eda!.. Bekle.’’

Yorgun halde kendimi koltuğa attım. Çok da geçmeden arkadaşımın yüksek desibelli sesi sayesinde yerimden fırladım. 

‘’Aaa Can!’’ 

‘’N’oldu?’’

‘’Bu seninki değil mi? Evlenmiş.’’

Ne olduğunu sormaya fırsat bile bulamadan telefonu burnumun dibine soktu. Önümde bir tane fotoğraf vardı. Eda, gelinlikler içindeydi. Sarı saçlarını dalga dalga omuzlarından salmış, biblo bebekler gibi görünüyordu. Gülümsüyordu. Mutluydu. Dudaklarım istemsizce yukarı kıvrıldı. 

‘’Çek şunu.’’ 

Telefonu ittim. Arkadaşlarım kendi aralarında fısıldamaya başlamışlardı bile. Kalbim ince ince sızlıyordu. Çok geçmeden destursuz arkadaşlarımdan biri daha içeri daldı.

‘’Simitler geldi!’’

İçlerinden biri lafa atladı.

‘’Başka bir şey almadın mı?’’

Birbirlerine yaklaşıp, desibellerini azalttılar.

‘’ Can artık simit yemiyor unuttun mu…’’

Konuşulanları duyuyor fakat tepki veremiyordum. Şimdi de tıpkı böyle kalakalmıştım. Annemin hafızasında hala dolaşımda olan bu bilginin ardından sadece derin bir nefes vermekle yetinebildim. O ise heyecanla yüzüme bakıyordu. 

‘’Hatırladın mı?’’

‘’Hatırladım anne…’’

‘’Eee görüşmüyor musunuz?’’

Anneme döndüm. Derin bir nefes daha verdim. Kalbim sanki ilk günkü gibi ciğerlerime battı. Nereden anlatmaya başlayayım ki şimdi ben? Şu an istediğim tek şey, reklamların bitip ekmeğin ucunu ısırdı diye birbirini boğazlayan insanların laf dalaşına girdiği programın başlaması. 

A. Silvia Aydoğan

“Sadece Üç Harf” için 4 yorum

  1. Bedia Cicioğlu

    Tebrik ederim.Merakla okudum kalemine saglik..Üç harf ikindi vakti beni dinlendirdikten sonra nezaketle yaşama bıraktı ✨👏hep yaz çok yaz.sevgiyle

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top