Mukaddes

Çizer: Şefkat Sabiş Sofu

– Mukaddes Hanım! Mukaddes Hanım, aşkolsun yine yemeğinizi bitirmemişsiniz. Hadi, odanıza gidelim. Tutun elimi, binelim şu tekerlekli sandalyeye. Aa uyudunuz mu? Ferhundee! Ferhunde gel, Mukaddes Hanım yine derin uykularda. Yardım et de onu odasına götürelim…

Gökyüzünün parlaklığı İstanbul boğazına, güneşin aydınlığı Çandarlı malikanemize doğuyordu. Boğazın ışıldayan gerdanının tam da kenarında kocaman ailem ile yaşıyoruz. Evin en küçük kızıyım. Annem ve babam eğitime çok önem verir. Muallimlerimiz ablamı, abimi, beni, Adab-ı Muaşeret kurallarına göre büyütür. Kocaman odamda en özel bebeklerim her renkten elbiselerim, süslü çoraplarım ve elma şekeri renginde parlak ayakkabılarım var. Bir giydiğimi bir daha giymek istemem, en sevdiğim ise beyaz elbiselerim. Sarı saçlarım, mavi gözlerimle babam beni taş bebeklere benzetir.

Kocaman bir masaya süslenmiş rengarenk çiçekler gibi sofralar kurulur. Büyük ailem ile keyifle geçer yemeklerimiz. Özellikle akşam yemeği çok önemlidir bizde. Titizlikle hazırlanır, eksiksiz oturulur masaya. Annem beyaz Fransız güpür dantelli masa örtüsü üzerine altın varaklı yemek takımını özenle hazırlatır. En sevdiğimiz yemeklerle donatır masayı. Asla geç kalmadan otururum yerime, keyifle ailemi izlerim. Annemin tatlı telaşı, babamın bir an önce yemeğe başlamak istemesi, ablamın bitmeyen süslenmesi, ağabeyimin babamla sürekli iş konuşması, yengemin yeğenim ile ilgilenmesi… Süslü soframızın etrafında inciler gibi dizilmiş ailemi izlemek o kadar keyifli ki. Bu sofranın keyfi, yıllar geçse de hiç değişmedi.

Çok geçmeden Galatasaray Lisesi’ne başladım. Matmazel Chloé Fransızca konusunda pek bir titizdi. Son derece hatasız konuşmamızı talep ederdi. Ee, ben de çok çalışkan bir öğrenci olarak okulu dereceyle bitirdim. Sonra, çok yakışıklı, eğitimli, ailemin uygun gördüğü bir beyefendiyle evlendim. Öyle mesut, öyle mutlu oldum ki… Ailemden uzaklaşmadan, yakınlarda başka bir malikaneye taşındık. 

Ve  anne olacağımı öğrendim. Çocukluğumdan itibaren bebeklere olan sevgimi herkes bilir. Odam hep bebeklerle doluydu. En büyük hayalim anne olmaktı. Kız mı olacak, erkek mi olacak diye eşimle hayaller kurup bebeğimizin odasını, eksiksiz olsun diye, büyük bir özenle hazırladık…

Heyecanla beklediğim bebeğim dünyaya geldi. Bir kızım oldu, adını Lâl koydum. 


Aynı benim gibi sarı saçlı, mavi gözlüydü  Lâl, bembeyaz teni vardı. Kızımın gözlerine baktıkça hayallere dalıyordum, onu aşk ile emziriyordum. Kızım benim dünyam olmuştu. Onu yanımdan bir dakika bile ayırmıyordum, sevgiye boğuyor pamuklara sarıyordum. Lâl bebeğimin saçlarını tarar, oyunlar oynar, ona anneliğimi sonuna kadar yaşatırdım. Oradan buradan bulduğum ipliklerle her yıl bir çiçek işliyordum beyaz elbisesine. Kızımla bahçede çocuklar gibi koşuyor, rengarenk çiçeklerin arasında bembeyaz elbiselerimizin eteklerini savuruyorduk. Kahkahalar atıp, eğleniyorduk.

“Lâââl kızımm… Yatma vakti…” deyip kızımı koynuma alıp uykuya daldım. Kızım olmadan asla uyuyamazdım. 

Mukaddes gözlerini açtığında odasında yapayalnızdı. Karşısındaki aynaya baktı. Yüzü kırışmış, gözleri içine çökmüş yaşlı bir kadındı. Hiç konuşmazdı. Elinde bir bebek, sadece ona gülümserdi. Başka kimseye gülmezdi. Bebek de konuşmazdı, konuşamazdı. Mukaddes kimdi? Neydi onun hayatındaki gerçek? Bir İstanbul hanımefendisi iken niye yalnız bir odaya götürmüştü onu bir hemşire?

İstanbulda takvimler 1945’i gösterirken bir gün kuşluk vaktinde Galatasaray Kimsesizler Çocuk Yurdu’nun kapısında sarı saçlı, mavi gözlü, çelimsiz bir bebek bulundu. Bebek kirden görünmeyecek şekilde pislenmiş beyaz bir kundakta sarılıydı. Yurdun çalışanlarından İfakat, bebeği aldı götürdü hemen içeri. Müdire Hanım’a söyledi. Bebeği hemen tertemiz giydirdiler, yedirip karnını doyurdular. Bebeğin ne adı ne de hüviyeti vardı. İfakat, Müdire Hanım’a “Bu bebeğin adı ne olacak?” diye sorunca Müdire Hanım da “Hadi sen buldun, adını da sen koy” diye cevap verdi.

– Annemin adı olsun o zaman. Mukaddes. Hem “kutsal” anlamında. Belki ilerde güzel yerlere gelir bu güzel bebek.

Hüviyeti için bir soyisim de lazımdı. İfakat bu duruma da bir çözüm bulmuştu. Küçük bebeğe İfakatın annesinin kızlık soyadını verdiler, Çandarlı. 

Kirli beyaz kundakta gelen, çelimsiz ve isimsiz bebeğin bir yuvası bir de adı olmuştu artık.


Mukaddes… 

Mukaddes, içine kapanık bir çocuktu, hiç konuşmazdı. Okul çağına geldiğinde bile kimse onu konuşturamadı. Konuşmazdı ama yazmayı bilirdi, zaten öğretilenleri öğrendiğini oradan anlarlardı.

Bir tane beyaz elbisesi vardı. Hep onu giyerdi. Elbise artık beyazlığını kaybetmiş, soluk bir renk almıştı. Odada beraber kaldığı arkadaşlarının hiçbiri Mukaddes’i görmezdi. Hep tek başınaydı. Müdire Hanım Mukaddes’i çok severdi. Saçlarını okşar yüzüne gülerdi. Her sabah beraber radyo tiyatrosu dinlerler karakterlerin sesleri odaya doldukça Mukaddes’in yüzünde çiçekler açardı. Tiyatro saati geldiğinde Mukaddes Müdire Hanım’ın kapısında belirir istekli gözlerle radyoya bakardı. 


Bir sabah, yine kapıya gittiğinde odanın boş olduğunu ve kapının önündeki telaşlı insan kalabalığını gördü. Konuşulanları dinlerken Müdire Hanım’ın öldüğünü öğrendi. Herkes gözyaşını silerken Mukaddes de duvarın dibinde sessiz bir çığlığa dönüşüyordu ve odasına koşup gözlerini sıkıca kapatıp yatağına gömüldü. O gün yatağından hiç çıkmadığını fark eden İfakat, Müdire Hanım’ın odasındaki radyoyu Mukaddes’in baş ucuna koydu. 

Birkaç gün sonra Müdire Hanım’ın yerine sert mizaçlı olduğu kadar babacan da görünen yeni bir müdür geldi. Gelir gelmez eski çalışanların bir kısmını gönderip yeni bir ekip kurmuştu. Gönderilecek isimlerin başında emeklilik vakti çoktan geçmiş olan İfakat de vardı. Mukaddes’in tutunabileceği tek dal da böylece ellerinden kayıp gidecekti. İfakat, yurttan ayrılmadan önce son defa Mukaddes’in yanına geldi. “Anamın adı, seni ben buldum. Bu yaşa kadar gelmeni izledim. Gönül isterdi bir sesini duyayım, genç kızlığını göreyim.” dedi ve eline bir kağıt tutuşturdu “Bunu sakın kaybetme iyice büyüdüğünde bakarsın” dedi ve gitti. Mukaddes yatağa girip yorganı üstüne çekti ve gözlerini sıkıca kapattı.

İfakat’tan geriye bir kâğıt parçası bir de hediye ettiği sarı saçlı, mavi gözlü bebek kalmıştı.

Mukaddes büyüdü. Yine konuşmuyordu. Sesini kimse duymadı, herkes ona “dilsiz” diyordu. Dalga geçen oda arkadaşları oluyordu. Yurttaki kızların çoğu eğitimlerini alıp gittiler. Reşit olan evlendi gitti, başkaları iş bulup gitti. Müdür, Mukaddes’in yanına geldi “Gözlerime bak kızım,” dedi “Bu yaşa geldin, bir çift kelime etmedin. Yaşıtların evlendi, okudu, kariyer sahibi oldu, ayrıldılar. Ben seni nereye göndereyim? Konuş artık, gitmek istiyor musun?” dedi. Mukaddes koşarak yatağına girdi ve gözlerini sıkıca kapattı.


Müdür bey hiçbir yere gönderemedi Mukaddes’i. Sessizce çizer, okurdu. Kimseye zararı yoktu ama herkes artık ondan ümidini kesmişti. Yaşı ilerleyince yurttaki çocuklarla kalması sorun olmaya başladı. Ona ayrı, küçük bir oda açtılar. O müdür bey gitti, başka müdürler geldi. Sonra başka çalışanlar… Artık oranın baş müdavimi olmuştu. Kimseyle konuşmaz, sessizce odasındaki camdan dışarı bakar, bebeğini severdi. Bazen de gözlerini sıkıca kapatıp bu dünyadan uzaklaşmak isterdi.

“Ayşegül Hanım Galatasaray Vakfı Huzur Evinden arıyor müdür bey”

“Bağla kızım “

“Alo. Merhaba müdür bey, Mukaddes Hanım için aramıştım. Geçenlerde bahsetmiştiniz. Odamız boşaldı. Onu artık buraya yerleştirebiliriz. Çalışanlarınız eşyalarını toplasınlar, öğleden sonra gelip alacağız.”

Görevliler odasına girip her şeyi topladılar. Mukaddes boş boş etrafa bakıyordu. “Hadi artık burdan gidiyorsun başka yere” dediler. Kalktı, son kez odasına baktı.

Artık yeni yerindeydi. Huzurevindeki hemşireler eşyalarını yerleştirdiler. Yanı başından ayırmadığı bebeği ile tepkisiz etrafa bakıyordu. Gözlerini sıkıca kapatıp yatağa gömüldü. Lâl bebeğin elbisesinde işlenmiş çiçekler bir bahçeye dönmüşken, Mukaddes bu kez de huzurevinin müdavimi haline gelmişti.

Yemekhanede yemek vakti, bir aile ziyarete geldi. Yanlarında bebek arabası, içinde boncuk gözlü bir bebek vardı. Mukaddes de bebeği ile bir kenarda oturuyordu. Uzun uzun bebeğe ve annesine baktı. Bakışlarını fark eden anne gülümsedi. Mukaddes anında kafasını çevirdi. Bebeğin ağlama sesiyle anneye ve bebeğine bir daha baktı.


Anne bebeği emzirmek için yemekhanenin sonundaki koltuklu yere geçti. Bebeğini emzirirken Mukaddes kalktı, karşı koltuğa oturdu. O da bebeğini emzirir gibi yaptı. Genç anne tebessüm etti ve gözleri doldu. Bebeğin karnı doymuştu. Bebeği kaldırdı. Gazını çıkarmaya çalışırken baktı ki Mukaddes de bebeğinin gazını çıkarmaya çalışıyor, oyuncak bebeğin sırtına sertçe vuruyordu. Bir yandan da masmavi gözleri ile genç anneye bakıyordu. Genç kadın yanaştı, gülümsedi. “Ne kadar güzel bir bebeğiniz var, şöyle yavaş yavaş sırtını okşayın gazı çıkar, rahatlar bebeğiniz” dedi.


Mukaddes şaşkındı, kimse ona böyle bir tepki vermemiş, tam tersi, hep alay etmişlerdi. Hayatında hiç canlı küçük bebek görmemişti. Genç anneye yanaştı, gözlerine baktı. Sonra bebeğe baktı.


“Bebeğin adı ne?”  diye sordu. Yemekhanede sessizlik oluştu. Onu uzun süredir tanıyan ve bakımını üstlenen Ferhunde dahil tüm çalışanlar, bakıcılar, hemşireler, herkes susmuştu. Mukaddes’in sesini ilk defa duymuşlardı. Bebeğinin adını söyleyen anneye “Benim kızımın adı da Lâl” dedi. Genç annenin eline bir kağıt verdi, kadın kağıdı açıp baktı.

“Boğaziçi mahallesi 
Fransız sokak 
Çandarlı apartmanı
6/4
Beykoz/ İstanbul 
Kızım Mukaddes, bu benim adresim. Seni bekleyeceğim. Bir gün mutlaka gel yavrum.
İfakat Teyzen”

Genç anne Mukaddes’e bakıp “Bu nedir teyzeciğim, burda bir adres yazıyor. Ne yapayım bu adresi?” diye sordu. Mukaddes, genç annenin gözlerine bakarak “Lâl ile beni İfakat teyzeme götürür müsün?” dedi. 

Çocukları dünyaya getirip kirlenmiş beyaz kundaklarla bir kapıya bırakıp gidenler, kaç hayatı böyle mahvetmişti? Bir ömür, koca bir ömür, lâl olmakla geçmişti Mukaddes’in hayatı. Gözlerini sıkıca kapattığında, hayalinde kocaman ailesiyle mutlu olmuştu senelerce. Eskimiş, sarı saçlı, mavi gözlü bebeği göğsünden bir dakika bile ayırmamıştı.

Mukaddes Teyzeye ithafen.

Ebru Kürya Diler 

“Mukaddes” için 15 yorum

  1. cok guzel bır yazı olmus okurken sankı o anları yasıyor gıbı hissetmek cok guzel yuregıne kalemine saglık Ebrucuğum 🥰🥰🥰

  2. Derinliğinin olduğunu her okuyanın anlayacağı türde bir hikaye olmuş. Eline, emeğine, aklına sağlık. Çok daha güzel hikayelere. Çünkü yaşasın hikayeler.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top