Hangi Pencereden

Köydeki köhne, toprak evin önünde durduğumda, yıllar önceki hâlimi gördüm. Hatta yıllaaar yıllar önceki…
Bir film sahnesi serildi önüme…
Küçük bir kız, kollarını pencereye doğru uzatıyor, yetişemiyordu. Sonra bana dönüp soruyordu:
— Boyum yetmiyo kiiii… Büyüyünce bakabilecek miyim buradan?
Gülümsüyorum şefkatle. 
“Evet” diyorum, “ama gördüklerin değişecek.”

Siliniyor bir anda küçük kız.

Pencereye yaklaşıyorum. Çerçevesi eskimiş, ahşabı solmuş. Elimi sürerken hafifçe gıcırdıyor. Çocukluğumda büyülü ve ulaşılamaz gelen bu pencere, şimdi olduğum yerden bakıyordu bana. Ardında, karla örtülü tepelere, güneşli tarlalara, kuzulu oğlaklı ağıllara, çamurlu ayaklara, kırmızı iple tutturulmuş örgülere, yaralı minik parmakların kirli tırnaklarına, sevgi dolu kocaman bir yüreğe uzanan anılar saklıydı.

Elimi pencerenin ahşap çerçevesinden çektim, eve yöneldim. Kapının önünde bir an durakladım. Çatlamış boyası dökülmüş, güneşten solmuş ahşabı, yılların izini bir kambur gibi taşıyordu üzerinde. Ortasında paslanmış demirden küçük bir halka vardı; kapı kolu yerine ince bir ip bağlanmıştı. İpi çekince kapı ağır ağır gıcırdayarak aralandı, sanki derin bir uykudan uyanıyordu. 

Derin ve bilge…

İçeri adımımı attım. Soğuk taş zemin âdeta ayağımdaki terliklerden yukarıya doğru yayıldı. Odanın duvarları, ince bir toprak kokusu salıyordu.

Odanın köşesinde yıllardır kullanılmaktan aşınmış bir çalı süpürgesi vardı; kılları seyrelmiş ama hâlâ dimdik ayakta duruyordu. Eski soba, paslı gövdesiyle sessizce bekliyor, üzerinde zamanın kararttığı bir çaydanlık tüm yaşanmışlığı ile parlıyordu. Bir kenarda yamalı bir minder, başka bir köşede bakırdan bir sini ve ötede boynu bükük bir ibrik… Her şey, yıllara direnen bir sükûnet ve sabır içindeydi.

Annemin sesi, bu sessizliği yararak geldi dışardan:

— Bu odada doğmuştun sen, hatırlıyor musun?

Gülümsedim.

— He he, tabii anne… Zaten kordonumu da kendim kestim ya, nasıl hatırlamam, dedim şakayla karışık.

Annem kaşlarını hafif kaldırdı, sonra kahkaha attı.

— Sen küçükken de böyle uydururdun işte, uydurukçu kızım dedi.

Ben de gülerek karşılık verdim:

— eee, uydura uydura hikâye anlatıcısı oldum bak. Uyduruyorum, uydurduğumu da anlatıyorum işte.

Elbette hatırlamak mümkün değildi lakin hep dile getirilen aynı hikâyenin kulaklarıma nakşedilen kelimeleri yankılandı:

Boynuma dolanan kordon,

ağlamayan bebek,

susturulan ilk çığlık… 

Belki de bu yüzden, ifade etmek hep engebeli bir yol oldu bana. Hâlâ, zaman zaman zorluyor. Kimi zaman kelimeler içimde düğümlendi, kimi zaman ince ince sızdı göğsümden. Bazen de canına yandığım Munzur suyu gibi coşkulu çağladı gönüllerde.

Ama hep meftunu oldum sözcüklerin, bilhassa şifalı olanlarının.

Yutkunup pencereye yaslandım.

— Anne, dedim fısıldayarak, belki de öğretmen olmam bundandı. Sustum ya o ilk anda, Yaradan bana anlatmayı armağan etti. Konuştukça, yazdıkça kendimle buluştum sayısız kez. Sayısız Saime doğurdum, doğurmaya da devam ediyorum.

Gülümsedi annem. Elindeki örme şalı katladı, tahta döküntü sedirin üzerine bıraktı.

— Sen hep içindekini aktarmak istedin kızım. Belki de o sessizlik, o ilk anındaki dolanıklık, rehber oldu sana.

Dolan gözlerimi kaçırarak, köşedeki beli bükülmüş güğümün uzun ve dar boynunun içine devirdim.

Derin ve uzun bir nefes aldım. Kapıdan çıkıp yeniden pencerede gezdirdim bakışımı. Rüzgâr, sessizliği yavaşça okşayarak kırmızı çiçekli yamalı perdeyi havalandırdı; ince kumaş dalgalanırken odanın eski kokusunu ve taş zeminin soğuk nefesini taşıdı ta dışarıya. 

Gözlerimin hafif kısıklığından süzülerek, üst kata, mavi boyası güneşle cilveleşen, yılların rengiyle ahenk tutan panjurlara yükseldi bakışım.

Güneşin yıllar boyunca cilaladığı taşlarla örülmüş, kökleri sağlam bir dayanıklılıkla yerin içine işlenmişti. Alt katta ise hâlâ o eski toprak ev duruyordu; çatlamış duvarları, dökülmüş sıvası ve yılların yorgunluğu gözlerimin önündeydi.

Çocukluğumun gülüşlerini, gözyaşlarını, düşe kalka büyüyen hâlimi saklıyordu.

Ansızın, güneşin şavkında parlayan bir yaz gününün hatırası yansıdı aklıma.

5 yaşındaydım…

Bostana gizlice girdiğimde karşılaştığım taze salatalıkların kokusu hâlâ burnumda tütüyordu. Ellerimle kopardığım minicik salatalıkları, yengemin İstanbul’dan getirdiği sarı eteğin cebine aceleyle sokuşturmuş, birini de suyunu akıta akıta hevesle ısırmıştım. Arkama baktığımda bir de ne göreyim… 

Abim, her zamanki gibi, âdeta Sherlock Holmes edasıyla gölge gibi takip ediyordu beni. 

Gözlerindeki muzır parıltı, elleri cebinde, sessiz ve dikkatli adımlarla yanıma yaklaşması ve

— Yine yakalandın seni hırsız seni, demesi…

Tam o sırada, kasket şapkasıyla, söğütlerin altında soğuk ayranı yudumlayarak serinleyen canım babamın sesi durdurmuştu Sherlock Holmes kılıklı abimi:

— Oğlum gel buraya, bin defa söyledim sana yahu, karışma şu kıza!

Sesi, hem uyarı hem de yardıma yetişmiş bir kahraman gibi yankılanmıştı. Abim bir an duraklamış, sonra usulca geri çekilmişti; babamın gölgesi bizim aramıza girmiş, bu polis/hırsız oyununu nazikçe bitirmişti. 

Kikirdeyerek salatalığı ısırmaya devam edip gözden kaybolmuştum. O an, babamın varlığı hem güven hem de neşe vermişti; tıpkı bir masaldaki kahramanın ansızın ortaya çıkması gibi…

 Şimdi hatırlayınca, o çocukluk oyunu bile bana köklerimi, toprağın bereketini, paylaşmanın masumiyetini, otantikliği hatırlatıyordu.

Ablamın, “Ne düşünüyorsun yine?” sorusuyla bir kez daha şu ana çekilmiştim. “Hiiiç. Pencereleri…” dedim, “her biri başka bir manzara, başka bir bakış gibi. Ama asıl dayanak hep aynı; altımızdaki ev…

Köklerimiz hep orada gibi değil mi?”

Bir süre sessizce yan yana durduk. Alt kattaki toprak ev ile üst katın sağlam taşları, aynı kökten yükselen iki farklı zamanın yankısı gibi karşımızda duruyordu; birbirine sarılmış, birbirini tamamlayan birer heykel gibi, eskiyle yeninin ahenkli dansını sergiliyordu. Güneş ışığı çatlak duvarlardan sızıyordu, çatının kuytularına tüneyen serçeler kesik kesik ötüyordu. Ve toprağın üzerinde aheste aheste oynaşan gölgeler…

Zaman sanki o an duraklamış, her nefesimiz, geçmişin ve bugünün sessiz senfonisine karışmıştı.

Ablam derinleşmekten kaçınır gibi döndü bana:

— Peki, sen şimdi hangi pencereden bakıyorsun hayata hanımefendi?

Sorusu içimde bir kapı araladı, daha öncekilerin ardından… Gözlerim biraz ötedeki çeşmeye kaydı, sonra yan tarafındaki tepeye… Her bakış, beni başka bir manzaraya götürüyordu. 

— Bilmiyorum ki, dedim. Tek bir pencere değil belki de.  Hepsinden biraz… Etiket koymadan, çerçeve çizmeden, anlamlara hapsetmeden…  Olana, olduğu gibi tanık olmayı seçiyorum. Belki en büyük pencere budur. Ne dersin abla?

Ablam elini omzuma koydu.

— Belki de asıl pencere senin kalbin, dedi.

Sözleri içimde yankılandı. O anda, çocukluğumun gölgesini yeniden gördüm. Pencereye yetişmeye çalışan o küçük kız bana göz kırptı. Gözlerindeki öbek öbek ışıkla fısıldadı:

— Büyüdün, büyüdük. 

Ama büyürken beni unutmadın. 

Derin bir nefes aldım yeniden. Orada, o küçük kızla, annemle, ablamla ve en çok da kendimleydim. Toprak evin duvarları, taşları ve pencereleri beni köklerime, dönüşüme, şahitliğe çağırıyordu.

Ve biliyorum:

Hangi pencereden bakarsam bakayım, asıl dayanağın altımda, yani içimde olduğunu…

Her bakışın, her nefesin, her düşün bir pencereyi araladığını ve benim, köklerime yaslanarak, her şeyi olduğu hâliyle görmenin huzurunu taşıdığımı…

Dipçe: Buraya kadar okuduysan sevgili yol arkadaşım, Sezen Aksu’dan “Gözlerine Göz Değmiş” parçasını gönülden armağan ediyorum sana.

Saime Korkmaz Ceylan 

“Hangi Pencereden” için 23 yorum

  1. Detaylara, derinlere dokunan; her bir duyguyu hisseden duygusal bir karakter var hikayede. Ben gibi, kendim gibi. Pencereler çok kıymetli. Hayatı baktığımız pencereye göre yaşıyoruz. Bazen baktığın pencereyi değiştirmekde zor oluyor…
    Kendi içsel sürecimi başka bir hikayede görmüş oldum. Yazarın eline sağlık.

    1. Saime Korkmaz Ceylan

      Dilan canım teşekkür ederim.
      Hepimizin içsel süreci ne kadar da aynı ve bir o kadar da ayrı…
      Ayna oluyoruz…
      Sevgiler🌹

  2. FİLİZ KOSEOGLU

    Yüreğine sağlık Sevgili Saime,tasvirlerin gayet başarılı,adeta içine çekiyor insanı..eve girdiğinde ayağındaki terliği merdivene koyunca , taşların dokusunun yayılması..sanki hissettirdi bana da .kordon dolanikliginin ifade de bı engel gibi durup , aşılması… göz yaşlarını gugume bosaltman ..hangi pencere daha büyük…senin kalbin ,cevabı… severek okudum..

    1. Saime Korkmaz Ceylan

      Sevgili Filiz, evvela kıymetli yorumun için teşekkür ederim. Hikâyeler, yaşadığımızı yaşatmak, gördüğümüzü seyrettirmek içindir. Var olasın🌹

  3. Hüseyin Ceylan

    Saimecim her zamanki gibi yine kelimelerinle sarıp sarmalaşsın okuru. Farkındalığı dolu dolu bir hikaye olmuş. Gönlüne sağlık.

  4. Her bakış beni başka bir manzaraya götürüyordu cümlesi tam da ihtiyacımız olan bir genişlik hali değil mi zaten. Çok beğendim. Başarıların daim olsun.

  5. Saimeciğim
    Sade ve güzel bir anlatım olmuş.Aynı pencerede,aynı kişi ile, iki farklı nesli konuşturmuşsun.Kalemine-yüreğine sağlık.Başarılı yazılarının devamını diliyorum.
    Sevgiyle

  6. Ummahan Akpınar

    Su gibi aktı her satır. Kendinle bağlantıda olmana, derinleşmene ve bunu ifade etmene hayran kaldım. Alt kat yani içeri diye tabir ettiğin içsel yolculuğuna şahitlik ettim ve keyifle okudum.
    Küçük Saime’yi gördüm, onunla arkadaş olmak , şimdi ki yetişkin versiyonumla o küçük kızla sohbet etmek ne kadar keyifli olurdu. Sımsıkı sarılmak istedim ona, çok tanıdık bir ruh o🙏🥹🫂
    Kendini ifade sancını duydum ve şöyle bir soru oluştu bende benzer sancıları yaşayan biri olarak?
    Böyle kalpten derinden kendini ifade eden çok az insan tanıdım ben yahu🥹🙏
    Acaba biz mi kendimizi ifade edemedik?
    Yoksa kendimizi ifadelerimizi anlayacak kişilere mi rast gelemedik?

    Bütün derdi Anlaşılmak olan bir insanın kalbinden akan bir dua bırakıyorum buraya, anlayanlarımız, kalpten duyanlarımız çok olsun.🙏🫂❤️🫶

    1. Saime Korkmaz Ceylan

      Ummahan, canım ruhdaşım 💛
      Ne güzel duydun ruhumun sesini…
      Anlaşılmak bazen bir kelimeyle değil, bir nefesin varlığıyla gelir.
      Senin yorumunda o nefesi hissettim.
      Birbirini hatırlayan iki kadim ruh gibi…
      İçimdeki küçük Saime ve yetişkin Saime, satırlarınla gülümsedi.
      Ve hepimiz anlatmakla anlaşılmak arasında salınan aynı hikâyeyiz, aynı hikâyedeyiz.
      İyi ki duydun, iyi ki paylaştın, iyi ki varsın.
      Gönülden teşekkür ederim.
      🌹

  7. En sevdiğim tür olabilir betimleme. Okurken, orada ve seninleydim adeta. Kalemine ve yüreğine sağlık🪷

  8. Kaleminize sağlık Saime hanımcım sizin sohbetinizden, maneviyat dolu konuşmalarınızdan ruhumu beslerken, yazılarınız sabır o kadar insanı düşündürür, hâlden hâle büründürür. Beni çocukluğuma, anneannemin evine yani hatıralarının perdesini bir bir araladım okurken. Ve özellikle gördüğün manzara aynı kalmaz değişir, burası da çok derinden etkiledi. Bazen keşke hep çocuklar gibi masum kalsak dediğim anılara götürdü. Tekrar teşekkür ederim. Kaleminiz hep keskin olsun.

    1. Saime Korkmaz Ceylan

      Sözümüz, kalemimiz yumuşacık aksın, olana tanıklık etsin dilerim. Teşekkür ederim Munira Hanım🌹

  9. Aledin Korkmaz

    Hangi pencereden bakarsak bakalım asıl dayanağın içimizde, derinlerimizde, köklerimizde olması çok güzel bir yorum. İçimizdeki pencereden derinlerimizdeki çocuğu üzmeden bakmak dileğiyle…
    Diline kalemine sağlık

  10. Canım Saime öncelikle yüreğine sağlık kalemine kuvvet…içimi sıcacık eden bir anlatım.sanki bana yazılmış bir anlatımdı…içinde ortak insanlık hallerine şahitlik etmek büyüleyici idi.samimi, su gibi anlatımın…kelimeler senin elinde ,sesinde başka bir anlam buluyor.yazmaya devam et güzel kadın daim okuyucun….

    1. Saime Korkmaz Ceylan

      Sevgül canım, yüreğinin sıcaklığını hissediyorum. Gördüğün, sende olandır güzel insan. Teşekkür ederim, var olasın🌹

      1. Son derece samimi, anlam derinliği yüksek; kökler, aidiyet, kimlik ve dönüşüme temas eden kısa öykü tadında bir deneme.🤍
        Beni çocukluğumun bir deminin geçtiği kerpiçten odaya götürdü.
        Küçük Saime’yle baktım o pencereden bu sefer, bende de başka bir pencere aralandı. Çünkü o odada en son dolaştığımda zamanın elimde ufalandığını hissedip hiçbir şeyin geri gelmeyeceği düşüncesi buruklaştırmıştı içimi. Saime oldukça olgun bir yerden cevap verdi, hiç yere gitmemişlerdi: “Köklerimiz hep orada gibi değil mi?”
        Hem süslü hem olgun hem zarif bir kalem!
        Selamlar ince ruhlu, pencereye yetişmeye çalışan küçük kız. 🤍

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top