
Çizer: Umay Karlıbel Saraç
Göçmen kuşların çoğu senede iki defa yurt değiştirirler. Havaların soğuması ile birlikte sürüler halinde daha sıcak iklimlere doğru kanat açarlar. Anadolu topraklarına cemrelerin düştüğü, güneşin vurduğu yerleri tatlı tatlı ısıtmaya başladığı, doğanın kendini yeniden doğurmaya hazırlandığı bu günlerde Umay Kuş ve sürüsü de taaa uzak yollardan göçlerine başlamıştı. Ve bir süreliğine onlara yuva olacak, onları sarıp sarmalayacak eşsiz zenginlikteki topraklara adım atmışlardı.
Umay Kuş sürünün gözdelerindendi. Oldukça zeki ve hisleri kuvvetliydi. Tehlikeleri nasıl yaptığını bilemeden önceden sezer, sürüsünü birçok belalı durumdan korurdu. Sürünün en güzel şarkı söyleyen kuşlarından da biriydi ayrıca. O şarkısına başladığı zaman kadın, erkek, çocuk tüm kuşlar şarkıyı hafızalarına kazımak istercesine dikkatle dinlerlerdi Umay Kuşu. Sadece kuşlar mı, tüm hissedebilen varlıklar hayran kalırdı onun billur sesine ve şarkılarına.
Sürü nihayet yuvalarına yerleşirken, Umay Kuş her sene yaptığı gibi ilk iş manzarayı içine çekmek için daireler çizerek uçmaya başladı. Her sene olduğu gibi gene gözleri dolmuştu bu enfes manzara karşısında. Bir tarafta masmavi deniz, bir tarafta yeşilin her tonunda orman… Havada asılı kaldı bir süre, denizin tuzunun, ormanın yeşiline karışan kokusunu ciğerlerine çekti iyice. Göç etmek genlerinde vardı ve uzun yollar boyunca, günlerce uçmayı çok seviyordu. Ama burası, bu topraklar başkaydı, bambaşka. Bir tek buraya vardığında kendini evinde ve tamam hissediyordu sanki varacak yerler bitmiş gibi… İçini öyle bir sevinç kaplıyordu ki, bir gün gökkuşağının içinden geçebilse ancak bu kadar mutlu ve rengarenk olabilirdi.
Umay Kuş, havada asılı süzülürken kanadına çarpan bir parça taş ile bir anda düşmeye başladı. Kanadı öyle acıyordu ki kanatlarını açıp uçamamıştı. Neyse ki ağaç dalları onu yumuşakça tutup, düşüşünü yavaşlatmış ve adeta bir kayanın üzerine bırakmışlardı. Umay Kuş daha ne olduğunu anlayamadan, kendi yarasına, canının acısına bakamadan kayanın homurtusu ile irkildi. “Seni küçük hadsiz kuş, sen nasıl gelir benim üzerime konarsın, sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diye söyleniyordu kaya. Umay Kuş şaşkın “Ben senin üzerine konmadım, kanadıma çarpan taşla yaralandım ve düştüm” dedi. Kaya homurtular eşliğinde “Git yaranı başka yerde sar, ben buraların en sert ve aşınmaz kayasıyım. Benim üzerime konabilecek herhangi bir kuş yok bu dünyada!” diyerek terslendi. Umay Kuş şaşkındı, canın acısı yetmezmiş gibi bir de öfkesi başına vurmuştu. Bu koca, sert kayayı ufacık gagasıyla, kuma dönüştürene dek gagalayacak kadar çok sinirlenmişti. O sırada şefkatli, yumuşacık bir ses duydu, Çam Ana ona sesleniyordu “Gel Umay Kuş, dallarıma kon da şu yarana bir bakayım.” diyordu.
Çam Ana dallarını kayanın üstüne kadar eğdi ve Umay Kuş bir sıçrayışta dala çıktı. Çam Ana bir yandan dalları ile kanatlarını severken, bir yandan da yarasına bakıyordu. “Umay Kuş, yaranın tedavi edilmesi lazım. Birkaç gün uçman mümkün görünmüyor.” dedi. Hızlıca reçinesi ve oranın zengin toprak ve bitkilerinden bir karışım hazırlamaya başladı. Umay Kuş şaşkındı, bir ağacın dallarını, insanların el ve kolları gibi kullanabildiğine ilk defa şahit oluyordu. Sakince izledi ve bekledi. Çam Ana karışımı hazırlar hazırlamaz, yumuşacık hareketlerle kanadını güzelce ilaçla sıvadı. Çam Ana’nın okşar gibi sevecen hareketlerinden mi ilacın etkisinden mi bilinmez Umay Kuş’un ağrısı biraz hafiflemişti.
Ağrısı hafifler hafiflemez de, pusuda bekleyen öfke gün yüzüne çıkıverdi. Umay Kuş, Çam Ana’ya kayayı sordu. “Bu kayanın derdi ne? Yaralandım üstüne düştüm diye bana böyle ters davranamaz, ben ona şimdi haddini bildiririm!” dedi. Çam Ana Umay Kuş’un üstünde durduğu dalları hızlıca yukarı kaldırdı. “Bak, o buraların en ters ve sert kayasıdır, hiç kimse ile konuşmaz, hiç kimseyi etrafında istemez. Yıllar yılı tüm kayaları aşındıran dalgalar, yağmurlar ve rüzgarlar, ondan bir kum tanesi bile alamamıştır. Sen sen ol, yakınından bile geçme o sert kayanın”. O gece Çam Ana’nın yumuşacık kollarında güzel bir uyku çekti Umay Kuş.
Sabah kalktığında hala uçamıyordu ama keyfi yerine gelmişti nispeten, en sevdiği şarkıyı şakımaya başladı. Onun sesinin güzelliği, melodisinin kulakları şenlendiren ziyafetiyle tüm doğa renklenmişti sanki. Herkes şarkı ile mest olmuşken, bir yandan da Sert Kaya’nın şarkıya her an müdahale edeceğinden tedirginlerdi. Çünkü Sert Kaya buralarda kimsenin şarkı söylenmesine asla müsaade etmezdi. Ama ne olmuş, nasıl olmuşsa Sert Kaya itiraz etmek şöyle dursun, neredeyse keyifle dinlemişti şarkıyı. Çam Ana başta olmak üzere herkes şaşkındı. Bundan cesaret alan Umay Kuş, yavaşça Sert Kaya’nın dibine kondu ve şarkısına orada devam etti. Şarkısını bitirince de Sert Kaya’nın dibinde oturmaya devam etti. Usulca seslendi; “Sen ne kadar zamandır buradasın?” Sert Kaya kalakalmıştı, seneler seneler sonra ilk defa biri onunla yüz yüze durup konuşmaya cesaret etmişti. Bir an kararsız kaldı. Herkese yaptığı gibi bu kuşu tersleyip, korkutup kaçırsa mıydı yoksa sorusuna cevap mı verseydi? Sonra ters bir ses tonuyla “Senin büyük büyük atalarının bile hatırlayamayacağı zamanlardan beri buradayım” diye cevap verdi. Bu cevap ile başlayan sohbet, gecenin geç saatlerine kadar devam etmişti. Ne Umay Kuş geçen zamanı anlamış, ne Sert Kaya günün geceye döndüğünü fark etmişti. Çam Ana dallarını yumuşakça uzatmış ve “Gel bakalım Umay Kuş, yarana ilaç sürme ve dinlenme zamanı.” demişti.
Çam Ana Umay Kuş’u dalları arasında uyuturken, Sert Kaya ne kadar zamandır kimse ile konuşmadığını düşündü bir an. Ayrıca nasıl olmuştu da o minik kuş onun sert kabuğunu geçip, kalbine dokunmuştu da bunca çenesi açılmıştı. Sonraki günlerde Umay Kuş, uyanır uyanmaz güzel şarkılar söyleyerek soluğu Sert Kaya’nın yanında almıştı. İkisinde de sanki yıllardır birbirlerini tanıyormuşçasına bir his ve yan yana geldiklerinde insan olsalar yanaklarını al al yapacak bir heyecan peyda olmuştu. Umay Kuş’un kanadı artık tamamen iyileşmişti ve sürüsünün yanına dönmeye hazırdı ama kanatları uçmaya direniyordu adeta… Çam Ana ve Sert Kaya ile vedalaşan Umay Kuş, arkasına baksa gidemeyeceğini bildiğinden hızlıca pike yaptı ve havalandı. O sırada kanadından kopan bembeyaz bir tüy havada süzülerek Sert Kaya’nın üzerine düştü. Sert Kaya o tüyün hafifliğini ve yumuşaklığını kendi sert bedeninde hissedince kalbine bir kor düştü, aşık olmuştu hem de bir kuşa…
Çam Anadan rica etti, o tüyü her gün Umay Kuş’un oturduğu kayanın dibine güzelce sapladılar. Sanki Umay Kuş bir gün gelecek ve emanet bıraktığı tüyünü geri alacakmış gibi…
Umay Kuş ise uçtukça keyifleneceği yerde, eksiliyormuş gibi hissediyordu. Ailesine kavuşacağı için mutlu olacak yerde, evinden koparılıyormuş gibi içi paramparçaydı. Umay Kuşun kalbine bir kor düştü, aşık olmuştu hem de en Sert Kaya’ya…
Günler günleri kovalarken Umay Kuş gün geçtikçe sessizleşmiş, artık şarkı bile söylemez olmuştu. Sert Kaya dersen, eskisinden de sert ve aksiydi. Ormanın birer ucunda çektikleri aşk acısı gökyüzünde bir sis gibi asılı kalmış ve tüm ormanı bir yas evine çevirmişti. Sanki ormana artık güneş doğmuyordu, güzeller güzeli topraklar her açıdan solmuştu. Bir kuş ile bir kayanın aşkı görülmüş şey değildi. Tüm doğa ile beraber Doğa Ana’nın da kafası karışmıştı bu durum karşısında. Ama doğada sevgi ve aşk esastı. Her şeyin özü de kaynağı da buradan geliyordu. Bunun üzerine Doğa Ana bir karar verdi ve Umay Kuşu, Sert Kaya’nın yanına çağırttı. Ve dedi ki “Tüm ağaçlar, kayalar, kuşlar, karıncalar, mantarlar ve çiçekler şahittir aşkınıza ve aşk acınıza. Benim Doğa Ana olarak özüm aşktır ve sizin bu acınıza gönlüm razı gelmez. Bu sebeple size bir çözümle geldim. Sert Kaya, ya sen kalbini söküp Umay Kuş’a vereceksin ve Umay Kuş her sene senin kalbinle göç edecek ve hep beraber olacaksınız, ya da Umay Kuş sen göç etmekten vazgeçip soğuk mevsimleri Sert Kaya’nın içindeki oyukta yaşayarak geçireceksin ve hep beraber olacaksınız. Ben sizin aşkınızdan razıyım, bundan sonrası size kalmış” dedi. Orman tekrar renklere bezenmişti sanki, herkes pür dikkat bir Umay Kuşa, bir Sert Kaya’ya bakıyordu, tüm orman nefesini tutmuş, onların ağzından bir nefeste çıkacak cevaba dikkat kesilmişti.
Devamı gelecek…
Aslı Oral Küçük
Aslı’cığımm kalemine sağlık güzel arkadaşım. Masal tadıyla okudum. Devamını bekliyoruz🌹
Saimecim beğenmene çok sevindim 🙂
Robert Redford’un The Way We Were sahneleri gibi etkileyici ve heyecanlı idi. Aşık ile maşukun hikayesinin devamını merakla bekliyorum.
Gülizcim, çok teşekkür ederim 🙂
Ahhh heyecan içinde kalbim pıt pıt yanıtlarını bekliyor olacağım!… 🙏💐♥️
🙂