Kant

Banyonun buğulu aynasında silikleşen yansımama baktım. Kısa saçlarımdan süzülen birkaç damla su, aynada yeni buğu izleri bırakıyordu. Yaz, kış kaynar suyun altında duş alırdım. Az önce altında durduğum kaynar su, yine tenimde belli belirsiz kızarıklıklar bırakmıştı. Kendimi bir şeyden mi arındırmaya çalışıyordum? Bilmiyorum. Bu her gün tekrarladığım günlük bir ayin gibiydi aslında; yalnızca bedenimi temizlemekten ibaret değildi. Bu yakıcı sıcaklık, ruhum için de bir kaçış, arınma gibiydi sanki. İçimde biriken öfkeyi, pişmanlığı, hüznü, yalnızlığı tenimden söküp atma çabasıydı belki de. Ya da sadece kendimle ilgiliydi yine her şey, bir başkası değildi konu. Zihnimin sınırlarını zorlamayı sevdiğim gibi bedenimin de sınırlarını zorlamak demekti bu günlük ritüel. Her bir yakıcı damla, irademin ne kadar güçlü olduğunu test ediyordu. Bu sıcaklığa hükmetmek hayatıma dair bir kontrol illüzyonu yaratıyordu içimde. Hayatta güçlü olmak asıl meseleydi, aksi halde bu dünya insanı bir kaşık suda yutardı. 

Antika saat her saat başında çan sesiyle zamanı hatırlatıyor. Duvarda asılı olan, hiç görmediğim dedemin siyah-beyaz fotoğrafı geçmişin sessiz tanığı gibi bakıyor. Salonda iki yana açılan beyaz ahşap kapılar birer basmakla yükselerek farklı dünyalara açılıyor gibi. Kapılardan biri yarıya kadar cam, diğeri tamamen ahşaptan. İki divan. Bordo ve beyaz çiçeklerle bezenmiş divan örtüsünün fırfırları desenli taş zemine dökülüyor. Sobanın gürül gürül yanan ateşi odayı ısıtırken borusunu ateş rengine boyuyor. 

Sobanın sıcaklığı, ne olduğundan bihaber özlemi içimde alevlendiriyor. Yerdeki eski halı, silik anıların ayak izlerini taşıyor. Ahşap pencerelerden sızan rüzgâr, o anıların ağırlığı ile sisli tül perdeden kendini hatırlatmaya çalışıyor. Ağır adımlarla mutfaktan salona giriyor anneannem. İri bedenini taşımakta gittikçe güçlük çekiyor. Yüksek divanın üzerine biraz zorlanarak atıyor kendini. Çiçekli pazen eteği divanın deseni ile karışıyor. Tıpkı tombul bebeklerin boğum boğum bacakları gibi onunkiler de. Diz kapaklarının altına kadar çekiyor eteğini, ağrıyan bacaklarını ovuşturmak için. Divanın yüksekliği ve boyunun kısalığı birleşince ayakları havada kalıyor. Çatlak topukları iyice ortaya çıkıyor. 

Sobanın üstünde duran çaydanlıktan sular fışkırmaya başlıyor ısının şiddeti ile. Ayağa fırlıyorum ama önce cesaret edemiyorum elimi uzatmaya. Anneannemin yanında duran kahverengi yeleğini alıp sarıyorum elime, çaydanlığın üstünü altından ayırmak için. Yıkamaktan üstünde bir sürü çizgiler oluşmuş büyük camdan kupasını getiriyorum. Yanında yarım limon ve aspirin kutusu ile. İstisnasız her akşam içtiği çayın içine iki aspirin atıp biraz da limon sıkar. Tıpta yeri var mı bu sıhhat kaynağı olduğuna inandığı içeceğin bilmiyorum ama içine kaşık kaşık atılan onca toz şekerden sonra muhtemelen şifadan ziyade bir maraza sebebiyet verebilir gibi duruyor. 

Bir cesaretle ellerimi tekrar sarıp yün yeleğe, dolduruyorum bardağa çayı. Aklımda, haşlama olup yarın akşam kemikli etlerin yanında karalahana yerine beni ekleyecekleri… O seslenmeden, mutfaktaki ahşap dolaptan gidip getiriyorum grissini çubuk krakerlerini. Çaya bandırarak yiyecek onları da. Plastik oval tabağı bırakıyorum çay bardağının yanına. Beyaz, kenarları oyalı tülbenti iki yandan alıp kulaklarının arkasından başının üstüne sallıyor. Minnetle teşekkür eder gibi o güzel yüzü.

Her yıl yaz tatilinde geliyorum yanına ama şu ara tatillerde yanına gelmenin tadı bambaşka. Yılda iki kere görebiliyorum onu o zaman. Hem soğuğu hem diz kapaklarıma kadar varan karı bahane edip ayrılmıyorum eteklerinden hiç. Odanın sıcaklığı, kömür sobasından mı sebep, ondan mı sebep bilmiyorum. Kuzenlerimizle de yaşlarımız aşağı yukarı aynı aslında; onlar dışa dönük, eğlenceli çocuklar. Ben yabancı biriyle konuşurken üç kelimeden fazlasını edemiyorum. Hemencecik gözlerim doluyor. Onlar ağaçlara tırmanıyor, ben düz yolda yürüyemiyorum. Kaldı ki kışın kar topu, yazın yakar top; hantallığım yüzünden hep yedek kulübesindeyim. 

Bir de anlattığı hikayeler, ettiği dualar, belden aşağı fıkraları yok mu, sanki ayaklı tombik hem güldürmeli hem çok bilgili bir ansiklopedi gibi anneannem. Bir öperken ıslak öpüyor onu sevmiyorum; hele takma dişleri ağzında yoksa çok fena. Telefonda konuşurken de benimle “Yukarıdan aşağıya her yerinden öpüyorum seni.” diyor, hep öpüyor. Ve saçlarımı bir o okşuyor. 

“İnsan sevdiğini söylemeli her fırsatta çekinmeden, cesur olmalı, kendi olmalı. Birini sevmenin onunla ilgisi yoktur, bu seninle ilgilidir. Sevmek bir seçimdir, yatırımdır. Sevdiğimiz kişinin davranışları sevgimizi belirlemek zorunda değildir. Hele bir de kusurlarıyla sevebiliyorsan işte gerçek sevgi budur. Sevmek birini kontrol etme, sahiplenme hakkı vermez bize, unutma. Onu seviyoruz diye kendi beklentilerimize göre davranmasını bekleyemeyiz. Sen beklentisiz sev güzel kızım bu hayatta, tertemiz sev. Zaten bu saf duygular sana her zaman gerçek sevgiyi getirecektir.” 

Aspirin mi söyletiyordu acaba bu sözcükleri anneanneme ve ayrıca bu kadın beni doğuran kadını nasıl doğurmuş olabilirdi?

Maun masanın üstünden alıyorum gri fincanı avuçlarımın içine. Mor sandalyeye uzatıyorum uzun bacaklarımı. Avuç içlerim fincandan sebep, bacaklarım az önceki kaynar su ritüelinden sebep yanıyor. “Aspirin yoktu bulmadım” diye geçiyor aklımdan, fincanın içindeki sallama çaya bakarken. Sevmekten mi korktum yoksa katıksız sevmeyi mi öğrenemedim ben bu hayatta diye düşünürken; en sevdiğime gidiyor aklım. Anneanneme. Ben onlu yaşlarımda, o yaşını almayı unutmuş zaman içinde bir yerlerde. İki küçük kız arkadaş gibi hep bir pijama partisi veriyorduk sıcak fincanlar eşliğinde. 

Şimdi sen gideli on yedi sene oldu. Ne aspirinle çay içen, ne aklım karışınca yol gösteren, ne de saçımı okşayan var. Zaman içinde sana çok benzedim biliyor musun, görüyor musun? Tıpkı senin gibi büyük laflar ediyorum; neşeli kahkahalar atıyorum çokça. Çocukluğumda oynamayışlarıma inat bol bol oyunlar oynuyorum. Sokakta iki çocuk görsem yanlarına yanaşıyorum hemen. Hala ağaca tırmanamıyorum ama. Anlatıyorum eşe dosta “İki lafı bir araya getiremez, çok içime dönük bir çocuktum.” diye. Kimseler ihtimal vermiyor. Kırkına vardım; her şeyi çözdüm de bir şu sevme sevilme işini çözemedim. Oralarda hala yedek kulübesindeyim.

Çok özledim be kadın seni. Şimdi olsan aşağıdan yukarı her yerimizden mıncıklayarak öpsek birbirimizi. Sen, seni biri kızdırınca kıçına vurarak, “nah nah” diyerek ağır bedeninle geçsen yine ağır adımlarla salondan yatak odasına doğru. Söz bak hiç de demem sen anlattıkça “kız uyuyalım, bayılcam ben artık” diye. Anlatsan seni on üç yaşında verdikleri ilk kocanı, onun kuş palazından öldüğünü, Rize’de bırakmak zorunda kaldığın üvey teyzelerimi, sonra dedemle tanışıp onu ne çok sevdiğini… Sabah kahvaltıda kuymak mı kaygana mı yapalım diye tartışsak gecenin bir yarısı. Sonra tereyağı ne kadar kalmıştı buzdolabında diye düşünürken sen, “Atatürk ne büyük adamdı he” diye devam etsen konuşmaya. Senden dinlesem bir daha Kurtuluş Savaşı hikayelerini. Sonra saçımı okşasan yine uzun uzun hatta takma dişlerin olmadan bile öpsen ıslak ıslak beni. 

Söz, hiç şikâyet etmeyeceğim. Dev özledim be kadın ben seni. Sen gittin gideli ben hiç esas oyuncu olmadım sanki bu hayatta. Ne kimse sevdi senin beni sevdiğin gibi, ne de ben kimseyi sevebildim seni sevdiğim gibi… Sen hala pijama partileri verdiğim o yaşını almayı unutmuş neşeli kadınsın ve ben sana benzemekten çok gururlu ve sıcak çaydanlıktan tırsan o kız çocuğuyum. Anneanne, hadi bu sevmenin sevdiğinle ilgisi yoktu da, benim sevilmememin de mi benimle ilgisi yoktu?

Boş fincanı bırakıyorum maun masanın üstüne. Daha fazla dayanamıyorum bedenimdeki kızarıklığa da, sessizliğe de. Gidip nemlendirici sürmeliyim aşağıdan yukarı her yerime…

Anneanneme.

 Yukarıdan aşağıya her yerinden öperim…

Ayşın Bayram

*Kant: Şekerli su olarak bilinen kant, sıcak şekilde tüketilmesi önerilen bir içecektir. Eski zamanlarda tüketildiğinde ballı ve limonlu şekilde tercih edilirmiş. Şimdilerde ise dileyenler şeker ilave edip içmeye başlıyor. Temelinde sıcak su, limon suyu ve bal olan kant içeceği sağlık için pek çok faydaya sahiptir.

“Kant” için 4 yorum

  1. Herzaman ki gibi harikasın, yazdıklarınla beni zaman tünelinde yolculuk ettirdin,hele ki (Başım ağrıdığında içtiğim yarım aspirinli çayla, yediğim kızarmış bir dilim ekmek beni benden aldı)hala anarım.Mücadeleci ruhun enerjin hiç eksilmesin,arkanda kocaman seni çok seven destekliyen ailen var devam AYIŞIĞI devammm🌟🖊📚🌟

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top