İmkansız mı Aşk?

Bir ayçiçeği tarlasının tam ortasındaydı. Göz alabildiğince sapsarıydı etraf. Sanki sarı bir okyanusun ortasında süzülüyordu. Her sabah gün doğumu ile ayçiçekleri, güzel yüzlerini yerden kaldırıp güneşi selamlıyorlardı. Ve güneş ufukta kaybolana kadar, yüzlerini onun gökyüzündeki hareketine ahenkle uyumlayarak hareket ettiriyorlardı. Ne yeryüzünde, ne gökyüzünde daha önce böyle bir aşk görülmemişti. Öyle ki güneş battığı anda ayçiçekleri yüzlerini toprağa dönüp, dünyada görülmeye değer hiçbir şey kalmamışçasına gözlerini sımsıkı yumuyorlardı. Ta ki güneşin ilk ışıkları tenlerine değip onlara geri geldiğini haber verene kadar. 

Kendini tüm canlardan üstün gören insan ırkının o dillere destan aşkları bile ayçiçeklerinin güneşe olan aşkı yanında çırak kalırdı. Ne Leyla ile Mecnun, ne Aslı ile Kerem, ne de Romeo ve Juliet… Aşkları kadar güzellikleri de eşsizdi ayçiçeklerinin, hele bir ayçiçeği prensi vardı ki… Yaprakları tüm ayçiçeklerinden daha sarı, boyu tüm ayçiçeklerinden daha uzun, rüzgarda zarifçe savurduğu yeşil yaprakları tüm ayçiçeklerinden daha güçlüydü. Gecelerden bir gece, o sarı okyanusun en göz alıcı ayçiçeği prensi, sımsıkı yumduğu gözlerini usulca aralayıverdi. Gökyüzünden dökülen, teninde yansımalar yapan gümüşi ışıklar karşısında şaşkına dönmüştü. Hem şaşkınlık, hem korkuyla gözlerini tekrar sıkıca kapadı. 

Günler günleri kovalarken bizim ayçiçeği prensinin aklı fikri gümüşi ışıklardaydı, nasıl olabilirdi böyle bir şey? Etrafındakilere sordu, soruşturdu. Kimsenin güneşin sıcak ve sarı ışıkları dışında bildiği bir ışık yoktu. En son yaşlı bilge ayçiçeği anneye danışmakta buldu çareyi. Kökleri ile seslendi ve gümüşi ışıklardan bahsetti bilge anneye. Yaşlı bilge annneden bu gümüşi ışıkların ona acıdan başka bir şey vermeyeceğine ve bu konuyu bir daha açmamak üzere kapatması gerektiğine dair bir yanıt aldı. Ama gümüşi ışıklar gönlünün telini titretmişti bir kere ayçiçeğinin ve gönül ne zaman ferman dinlemişti ki? O gece tüm kararlılığıyla gözlerini açtı ayçiçeği prensi, herkesin gözünü en sımsıkı kapattığı zamanda. O anda oldu olanlar ve dünya bile bu karşılaşmaya şahitlik etmek için durdu sanki… 

Ay tüm ihtişamıyla, göz alıcılığıyla gök yüzündeki tahtından nazlı nazlı göz süzüyordu bizim ayçiçeğine.  Ayçiçeği ne olduğunu anlayamadan kalbini kaptırmıştı gökyüzünün soğuk ama büyüleyici efendisine… Bütün gece güzel yüzünü aya çevirmiş ve öylece göz göze durmuşlardı. Ta ki ayın batıp güneşin doğma vakti gelene kadar. Aşk yaramıştı ayçiçeği prensine. Yaprakları daha da parlamış, sarısı güneşle yarışacak kadar canlanmıştı. Geceleri iple çekiyordu artık hem ayçiçeği, hem Ay…  Ay sabırsızlanıyordu gökyüzüne yükselip sevdiğini aydınlatmak için. Bülbüller bile böyle bir aşka şahitlik etmemişlerdi daha önce. Evrenin en güzel şarkısını bu iki çılgın aşık için bestelediler. Her gece ayçiçeği ve ayın kavuşması şerefine ayın doğumu ile birlikte başlıyorlardı şarkılarına gecenin sonunda ay gökyüzünden silinene dek…

Bir gece bülbüllerin şarkısı eşliğinde seslenmişti ayçiçeği Ay’a “Ben bu sonsuz tarlanın en yakışıklı ayçiçeğiydim ama sana aşık olunca, gümüşi ışıkların bedenimde dans edince bambaşka biri oldum. Hala bu tarlanın en yakışıklısı mıyım bilmiyorum ama kendimi seninle daha çok seviyorum” dedi. Ayın ışıkları titreşti o an sevmenin ve sevilmenin karşı konulmaz cazibesiyle, daha da parladı o gece. Vuslat anını bekleyerek geçiyordu iki aşığın da günleri. 

Tüm ayçiçekleri gözlerini aralayıp, güneşin sıcaklığında bedenlerini gevşetirken, bizim ayçiçeği yüzünü toprağa dönüyordu artık usulca. Gel zaman git zaman ayçiçekleri büyüyüp serpilirken bizim ayçiçeği olduğu yerde saymaya başlamıştı. Tüm ayçiçekleri şaşkındı, her koşul aynıyken ve hepsi böyle büyüyüp serpilirken en gözde ayçiçeği ne olmuştu da geri saymaya başlamıştı? Bir tek bizim ayçiçeği biliyordu olanları. Ama kimseye söyleyemiyordu ona hayat veren güneşe değil aya döndüğünü yüzünü, onun gümüşi soğukluğuna kaptırdığını kalbini. Her gece sevgilisi Ay’dan gözünü alamayan ayçiçeği, tüm geceleri uykusuz geçirip yorgun ve bitap düştüğünden yüzünü güneşe dönemiyordu bir türlü. En sonunda tükendi bizim ayçiçeği, aşkı uğruna sarardı, soldu ve toprağa düştü güçsüz kalan bedeni.

O gece Ay dolunaydı, bütün dişiliğiyle gökyüzünde yükselirken, sevgilisini, yakışıklı ayçiçeği prensini aradı gözleri ama nafile… Neden sonra onca ayçiçeğinin ayakları dibinde boylu boyunca yatan sevgilisinin cansız bedenini görünce kahroldu. O da içten içe biliyordu aşklarının imkansızlığını. Bu aşkın ayçiçeğinin sonu olacağını. Ama imkansız da olsa AŞKTI işte. Hatta belki imkansız olduğu için böylesine büyüktü ve böylesine derindi. O an karar verdi Ay bu aşkı sonsuza dek yaşatmanın bir yolunu bulmaya ve buldu da… 

Madem onun biricik ve cesur sevdiği kendine kadim Anadolu topraklarını seçmişti yaşamak için, her coğrafyada güneş çiçeği diye bilinen günebakanlar, burada onların büyük aşkının hatırına Ayçiçeği diye anılacaktı… 

Ve bu hikaye gönlüne gerçek aşk düşmüş herkesi bir gün bulacaktı…

Aslı Oral Küçük

“İmkansız mı Aşk?” için 8 yorum

  1. Kalbine sağlık ♥️ çok beğendim bu hikayeyi, tüylerim diken diken oldu. Çok etkilendim ♥️ acaba ingilizceye de çevrilse mi?

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top